Ana içeriğe atla

Nesillere Örnek Olmak-Her Adımda Bir Miras Bırakmak

Bir baba ve oğul, sessiz bir orman yolunda yürüyordu. Doğanın fısıltıları arasında, baba oğluna dönüp şöyle dedi: “Bastığın yere dikkat et.” Oğul ise hiç tereddüt etmeden cevap verdi: “Sen dikkat et baba, ben senin adımlarını izliyorum.” Bu kısa ama derin anlam yüklü diyalog, sadece bir baba-oğul ilişkisini değil, aynı zamanda nesiller arasındaki etkileşimi, sorumluluğu ve mirası da anlatır.

Toplumlar, aile yapılarına dayanır. Aileler ise bireylerin ilk öğrendiği okuldur. Bu okulda ne öğretilirse, çocuk o değerlerle büyür. Dolayısıyla, bir bireyin karakteri, ahlakı, duruşu ve toplumla olan ilişkisi, büyük ölçüde yetiştiği ailenin ona sunduğu örneklikle şekillenir. Türkiye gibi geleneksel bağların hâlâ güçlü olduğu bir ülkede, ebeveynlerin çocuklarına nasıl örnek oldukları, sadece bireysel değil, toplumsal bir mesele haline gelir.

Ailenin Temel Rolü-İlk Öğretmenler Anne ve Baba

Her çocuk, dünyaya gözlerini açtığında ailesiyle tanışır. Henüz konuşmadan, yazmadan, soyut düşünmeden önce gözlemler. Annesinin sevgisini, babasının duruşunu, ses tonlarını, davranış biçimlerini izler. Henüz hiçbir şey bilmediğini sandığımız bu çocuk, aslında bir kameradır. Gördüğü her şeyi hafızasına kaydeder. Bu yüzden ebeveynlik, sadece çocuğun karnını doyurmakla, onu okula göndermekle sınırlı değildir. En büyük görev, örnek olmaktır.

Bir baba çocuğuna her gün sabah erken kalkıp işe gitmenin ne demek olduğunu öğretmez ama bunu yaparak gösterir. Bir anne çocuğuna sevgi dolu olmayı sadece kelimelerle değil, ilgisiyle, sabrıyla, şefkatiyle öğretir. Yani çocuk, kelimelerden çok davranışlara kulak verir. Öyleyse şu soru hayati önem taşır: Biz nasıl davranıyoruz?

Sözler Uçar, Davranış Kalır

Yukarıdaki hikâyede olduğu gibi, çocuk babasının adımlarını izler. Bu mecazi değil, gerçek bir durumdur. Yani bir çocuk, “yalan söyleme” diyen babasının kendisini kandırdığını görüyorsa, yalan söylemenin meşrulaştığını öğrenir. Bir anne, “küfretme” derken trafikte ağzına geleni sayıyorsa, çocuk küfrü doğal bir dil kalıbı olarak içselleştirir. Bizler fark etmeden, her davranışımızla bir sonraki nesli şekillendiriyoruz.

Bugün Türkiye'de gençlerin en çok eleştirildiği konu saygısızlık, bencillik, empati yoksunluğu ve sorumsuzluktur. Peki bu gençler bu özellikleri nerede öğrendi? Sokakta mı? Hayır. Önce evde, sonra okulda ve toplumda… Bugün anne-babalar “çocuklar bozuldu” derken, dönüp kendi gençliklerinde nasıl bir örnek olduklarını sorgulamıyor. Çocuk ekran başında büyürken, anne baba aynı ekranın başında dizi izliyorsa; çocuk kitap okumuyorsa, çünkü evde kimse kitap okumuyorsa; çocuk dua etmiyorsa, çünkü evde kimse bunu yapmıyorsa… O zaman suçlu kimdir?

Taklit Eden Değil, Takdir Edilen Olmak

Çocuklar, idol ararlar. Bir kahraman isterler. Bu bazen bir çizgi film karakteri, bazen bir futbolcu olur. Ancak en kalıcı kahraman, evdeki annedir, babadır. Çünkü onun dokunuşunu, sesini, öfkesini, sabrını doğrudan yaşar. Ebeveyn, çocuk için bir haritadır. Bu harita ne kadar doğru yön gösterirse, çocuk da o kadar sağlıklı ilerler.

Bunun için ilk şart, kendini düzeltmektir. Ebeveynlik, çocuğu adam etmek değil; önce kendini adam etmektir. Kendi hayatında disiplinsiz bir babanın, çocuğuna disiplin öğretmesi mümkün değildir. Yalan söyleyen bir annenin, dürüstlük beklemesi çelişkidir. Evde eşine hakaret eden bir baba, çocuğuna sevgi ve saygıyı anlatamaz.

Ülkemiz Aile Yapısında Değişim-Modernleşme mi, Erozyon mu?

Türkiye'de son yıllarda hızlı bir değişim yaşanıyor. Geleneksel aile yapısından uzaklaşarak, bireysel özgürlüklerin öne çıktığı ama aynı zamanda bağların zayıfladığı bir döneme girildi. Artık aynı sofraya oturulmadan geçen günler, odasına kapanan çocuklar, anne babasına “arkadaş” gibi yaklaşan ama aslında hiçbir otorite tanımayan gençlik yükselişte. Bu sadece teknolojinin ya da çağın suçu değildir. Bu, yetişkinlerin yetersiz örnekliğinden kaynaklanır.

Eskiden baba “baba” idi; otoriteydi ama aynı zamanda emekti, cefaydı, koruyandı. Anne “anne” idi; sevgiydi, merhametti, huzurdu. Bugün ise birçok çocuk için anne ve baba sadece bir seslenme biçimi. Çünkü çocuk, onları “rol model” olarak göremiyor. Ya sürekli kavga eden ya da tamamen ilgisiz iki yetişkin arasında kayboluyor. Bu durum da geleceği karartan bir tablo oluşturuyor.

Her Adım Bir İz Bırakır

Çocuklar sadece ne söylediğinize değil, ne yaptığınıza bakar. Bu yüzden her davranış, bir ayet gibi çocuğun hayatında yer eder. Sabahları dua eden bir baba, çocuğuna inancı öğretir. Yolda yere düşmüş çöpü alan bir anne, çevre bilincini kazandırır. Her akşam kitap okuyan bir ebeveyn, çocuğuna bilgiye saygıyı aşılar. Bunlar basit görünebilir, ama o kadar değerlidir ki, ömür boyu çocuğun rehberi olur.

Mesela bir baba, her sabah selam vererek evden çıkıyorsa, çocuk da insanlara selam vermeyi öğrenir. Eğer bir anne, yaşlı bir komşusuna yemek götürüyorsa, çocuk yardım etmeyi içselleştirir. Çünkü çocuk, duyduğunu değil; gördüğünü yaşar. Bu yüzden “bastığın yere dikkat et” uyarısı sadece fiziksel değil, manevi bir anlam da taşır. Her adım bir karakter, bir ahlak izi bırakır.

Eğitim Sistemi ve Medyanın Rolü

Elbette sadece aile değil, eğitim sistemi ve medya da çocukları etkiler. Ancak aile, çocuğun ilk ve en güçlü yönlendiricisidir. Okulda öğretmenin “dürüst olun” dediği çocuk, evde babasının vergi kaçırdığını görürse, dürüstlük anlamsızlaşır. Televizyonda “kadına saygı” mesajı veren bir reklam izlerken, babasının annesine hakaret ettiğini duyarsa, o çocuk kadına saygıyı değil, şiddeti öğrenir. Bu yüzden asıl eğitim, ekranlarda değil, evde başlar.

Medya ise bugün çocukları kuşatan en büyük güçlerden biri. Ancak bu medya, aile tarafından kontrol edilmediğinde çocuk, değer yargılarını sosyal medyada aramaya başlar. Bugün “fenomen” olmuş ama ne bilgi, ne karakter anlamında hiçbir değeri olmayan kişilerin gençler üzerindeki etkisi, ailelerin ne kadar zayıf kaldığının kanıtıdır. Çünkü çocuk ailesinden almadığını, dışarıdan alır. Ve dışarıda ne varsa, onunla şekillenir.

Gelecek İçin Atılan Her Adım

“Sen dikkat et baba, ben senin adımlarını izliyorum.” Bu cümle, bir evladın değil; aslında geleceğin, biz yetişkinlere söylediği bir cümledir. Gelecek, bizim adımlarımızı takip ediyor. Her söylediğimiz, her yaptığımız, her ihmal ettiğimiz şey bir gün karşımıza bir çocuk olarak çıkıyor. O yüzden, nesillere iyi bir örnek olmak istiyorsak; önce kendimizi inşa etmeliyiz.

İyi bir gelecek, iyi bireylerle kurulur. İyi bireyler, iyi ailelerde yetişir. İyi aileler, örnek ebeveynlerle olur. Bu zincirin ilk halkası biziz. Yani sen…

Şimdi kendine sor: Bastığın yere dikkat ediyor musun? Arkandan gelecek olan çocuğa nasıl bir yol bırakıyorsun? Cevabın, sadece kendi çocuğun için değil, ülkenin geleceği için de bir yol haritası olacak.

Unutma, her adımın bir iz bırakır. O iz, ya karanlığa ya aydınlığa götürür. Tercih senin...

Erol Kekeç/12.05.2025/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...