Son yıllarda Türkiye'de hızla çözülen bir toplumsal yapı var: aile. Bu çözülmenin ilk sinyalleri yıllar önce verildi; ancak o dönemde bu sinyalleri dile getirenlere kulak tıkanmakla kalınmadı, onları susturmak için türlü yollar denendi. Bugün ise, aynı yetkililer ailenin çözülüşünden, gençlerin evlenmeyi istememelerinden, toplumun değerlerinin yitiminden dem vuruyor. Oysa ne değişti? Sadece yıkımın artık inkâr edilemez hale gelmesi...
I. Ailenin Çöküşü ve İktidarın Gecikmiş Farkındalığı Aile kurumunun, iktidarın gölgesinde, sistemli ve bilinçli ya da bilinçsizce yıkıma sürüklendiği yılların ardından, Sayın Cumhurbaşkanı ve çevresi, nihayet bu yok oluşu dile getirmeye başladı. Ancak bu farkındalık, içten bir muhasebe ile mi doğdu, yoksa sosyal medyada dalga dalga yayılan öfke ve eleştirilerle mi, işte orası meçhul. Bugün "gençler evlenmiyor" diyen yetkililer, yıllardır süregelen ekonomik krizleri, değer erozyonlarını, yozlaşmış medya ve popüler kültür etkisini, bireyselcilik putunu neden görmezden geldiler?
II. Bakanların Toplumdan Kopuk Açıklamaları Geçtiğimiz günlerde bir bakanın evlilik oranlarının düşüşünü "modern yaşamın dayatması" olarak açıklaması toplumun sosyolojik yapısına ne kadar uzak olduklarını gözler önüne serdi. Modern yaşam sadece bir sonuçtur; esasen bu yaşam biçimini kutsayan, ona hizmet eden, reklamıyla, müfredatıyla, ekonomi politikalarıyla destekleyen bizatihi devlet mekanizmalarıdır. Ailenin, toplumun ve gençliğin bugünkü hali, bu mekanizmaların 20 yıllık bir icraatının sonucudur.
III. Sorunların Derinliği: Sosyoekonomik ve Kültürel Yıkım Gençlerin evlenememesinin asıl sebepleri açık: Ekonomik belirsizlik, barınma krizleri, yoksulluk, geleceğe dair umut eksikliği... Düğün yapacak salon bile kiralayamayan gençler, nasıl aile kursun? Ev kirası, beyaz eşya, düğün masrafları, altın, ziynet... Gençler bu yükü sırtlamayı neden istesin? Bu ekonomik koşulları yaratan kimdi? Kimler "faiz sebep, enflasyon sonuç" gibi sloganlarla ülkenin ekonomik temelini dinamitledi?
IV. Medya ve Kültür Politikalarıyla Bozulan Ahlak Ailenin yıkımının sadece ekonomik değil, kültürel temelli de olduğu unutulmamalı. RTÜK onaylı dizilerde nikahsız ilişkiler, aldatmalar, lüks yaşam özendiriliyor. Gençler, popüler kültürün zehirli atmosferinde sevgiyle, sadakatle değil; tüketimle, hedonizmle, şöhretle büyüyor. Bunun sorumlusu, 20 yıldır ülkenin kültürel politikalarını yöneten, TRT başta olmak üzere medya organlarını kontrol edenler değil mi?
V. Gazze'deki Yıkım ve Bizdeki Sessizlik: Gerçek Duyarsızlık Bir yanda Gazze’de binalar yıkılıyor, çocuklar enkaz altında can veriyor. Diğer yanda, Türkiye’de gençlerin ruhları çöküyor, hayalleri yıkılıyor. TRT ve iktidar medyası Gazze görüntüleriyle gözyaşı dökerken, aynı anda ülkede açlıkla, yoksullukla, boşanmalarla, intiharlarla boğuşan gençlerin çığlıklarına kulaklarını tıkıyor. Bu bir çelişki değil midir? Gerçek duyarlılık, sadece ekran başında değil; gerçek hayatta mazluma el uzatmakla olur.
VI. Samimiyet Testi: Dindarlık mı, Din Ticareti mi? İktidarın temsil ettiği muhafazakâr değerler, aileyi yücelten bir çizgiyi savunur görünse de pratikte yaşananlar bunun tam tersidir. Dindarlık, lüks arabalarla caka satmak, vakıflardan ballı maaşlar almak, yandaş ihalelerle zenginleşmek değildir. Asıl dindarlık, toplumun derdine çare aramak, hakka ve adalete uygun yaşamaktır. Bugün dini, fetva makamları üzerinden meşrulaştırılan politikalarla araçsallaştıranların, Allah’a karşı verecekleri büyük bir hesap vardır.
VII. Korkuların Yönetiminde Değil, Cesaretin İcraatında Kurtuluş Var Bugün toplum korkutularak değil, cesaretlendirilerek yönetilmelidir. Gençler korkuyla evlenmez, umutla evlenir. Aile korkuyla korunmaz, güvenle korunur. Bu güveni sağlayacak olan ise lüks içindeki bakanlar, saraylarda oturan yöneticiler değil; halkın arasında olan, onların dertleriyle dertlenen, samimi, dürüst, hesap verebilir bir idare anlayışıdır.
VIII. Biz Ne Demiştik? Yıllar önce, bu gidişle toplumun çöküşe sürükleneceğini söylediğimizde, bize karamsar, kötümser, muhalif dendi. Oysa biz kötülükleri görerek değil, onları önceden fark edip önlem alalım diye konuştuk. Bugün haklı çıkmak istemezdik. Bugün geldiğimiz yer, tam da o günlerden haber verdiğimiz karanlıktır. "Bir gün döner bakarsak size, ben insanlığımdan utanayım" demiştim; biz dönmedik ama sizler bu sözün doğruluğunu yaşayarak öğrendiniz.
IX. Ne Yapmalı? Artık inkârın faydası yok. Eğer gerçekten samimiyseniz, sadece sorunları konuşmayın; çözüm üretin. Bunun için ilk şart tevbedir. Din, bir istismar aracı değil; sorumluluk bilincidir. Yetki sahibi herkes, önce Allah’a karşı olan sorumluluğunu hatırlamalı, sonra halktan özür dilemelidir. Dürüstlükle, şeffaflıkla, liyakatle, israfı bitirerek, halktan yana politikalar geliştirerek aileyi ve toplumu yeniden ayağa kaldırabilirsiniz.
Yıllardır horon tepenlerin, şimdi gözyaşları dökmesi ikiyüzlülük değilse geç kalmış bir idraktir. Toplumun çöküşünü izlemek yerine, onu ayağa kaldırmak için çalışacak erdemli insanlar çıkarsa, işte o zaman bu millet yeniden dirilir. Ama bu kez sahici, samimi ve hesap verebilir bir iktidar ister bu toplum. Yoksa bu halk, bir daha kimsenin teptiği horonların ritmine kanmayacak kadar acı çekti. Bizim meselemiz bir makale değil; hakikatin kendisidir. Rabbim, kalemimizi hakikatin dışında bir şey yazdırmasın.
Erol Kekeç/24.5.2025/Sancaktepe/İST
Yorumlar
Yorum Gönder