Ana içeriğe atla

Hak ile İnşa Batıl ile Çöküş


Hayat, insana ait bir alan değildir; ona bahşedilen, emanet edilen ve anlamı sınırlarla belirlenmiş bir yolculuktur. Bu yolculukta rehber, onu var edenin kelamıdır. O kelam, insanın neyi nasıl yaşayacağını, neye sırtını dönüp neye yönelmesi gerektiğini bildirir. İşte bu yüzden yaşam, keyfî tercihlerle, modern heveslerle ya da çoğunluğun gittiği yolla anlamlı hale gelemez. 

Bir Müslüman olarak iddia ettiğimiz inancımızın evimize, ailemize, eşimizle ilişkimize ne kadar sirayet ettiğini sorgulamak zorundayız. Çünkü asıl dönüşüm, dışarıdaki İsrail'i lanetlemekle değil; içeride, evimizde egemen olan ilkesizliğe karşı mücadele etmekle başlar.

Aile Hayatımızda Hangi Ayetin Hükmü Var?

Bir adam sabah işe giderken hanımına bağırıyor. Kadın, bütün gün eşinin ilgisizliğini, sevgisizliğini çekiyor. Akşam eve gelen adam, telefona gömülmüş, çocukla iki kelime etmeden uyuyor. Sonra Cuma günü camide en ön safta saf tutuyor. Kadın sabah namazına uyanamıyor çünkü gece sabaha kadar dizi izlemiş. Ertesi gün komşusunun dedikodusunu yapıyor. Ardından tesettürü konuşuyorlar.

Soralım o hâlde: Ayet nerede? İlahî hüküm bu evin neresinde?

Zira hayatın tasarımcısı Allah’tır. Ve O, ilişkilerin, sevginin, saygının, sadakatin, ebeveynliğin, cinselliğin, mülkiyetin, hakların nasıl olacağını belirlemiştir.

Evlilikteki Şekil Değil, İlke Sorunu

Nikâh masasında dua okunması, düğünde Kur’an tilaveti yapılması hayatın ilahî yasaya göre şekillendiğini göstermez. Önemli olan hayatın kendisinin o dua ile uyum içinde olmasıdır.

Eşlerin birbirine karşı tavırlarında “rahmet”, “merhamet”, “iffet”, “emanet” kavramları ne kadar yer tutuyor?

Ayet diyor ki: "Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, olabilir ki Allah bir şeyde çok hayır yaratmış olabilir."

Bugün ise tahammül kalmamış, en küçük sorunlarda boşanmalar sıradanlaşmış, sabır yerine ego, tevazu yerine konfor beklentisi gelmiş. Erkek evde hükümran değil, kadın evde emanet değil. Herkes özgürlüğün sınırlarını ilahî hükümle değil, kendi canının istediğiyle çiziyor.

Kadının Rolü-Modernlik mi, Mükellefiyet mi?

Kadınlar, artık ‘kadınlık’larını değil, ‘özgür birey’ olmayı seçiyor. Oysa kadın, bu ümmetin taşıyıcısıdır. O, hayatın içinde erkekle yarışmakla değil; nesli, iffetle, merhametle, vakar ile yetiştirmekle görevlidir.

Kadına, "Evinde otur!" demiyoruz; "Yaratıcının hükmü evine sirayet etsin!" diyoruz. Bugün tesettür modayla yarışıyor, annelik kariyerle pazarlık ediyor, eş olmak modern hayatın gölgesinde sıradanlaşıyor.

Erkeklik-Güç Değil, Sorumluluk

Erkek olmak bağırmak, sert olmak, geçim derdiyle her şeyi unutmak değildir. Asıl erkeklik, ailesine Allah’ın kitabını hâkim kılmak, eşine şefkatle davranmak, çocuklarını sahabe gibi yetiştirmektir.

Hz. Peygamber (sav), “Sizin en hayırlınız ailesine en iyi olandır” buyurmuştur. Bugün kaç erkek eşine karşı bir rahmet diliyle konuşuyor? Kaçı çocuklarının gözlerine bakarak dua okuyor?

Cinsellik Ahlâkî Bir İbadet

İslam, cinselliği utanılacak değil, korunacak ve yönlendirilecek bir nimet olarak görür. Bugün eşler arasında yaşanan problemlerden biri de budur. Kadın kendini sevgisiz hisseder, erkek kendini ihmal edilmiş bulur. Ama hiçbiri aralarındaki ilişkiyi ilahî çizgiye taşımakla meşgul değildir.

Ayet der ki: "Kadınlar sizin tarlanızdır; tarlanıza nasıl isterseniz öyle varın."

Bu ayet, keyfîliği değil; bilinçli, saygılı, ahlâklı ve helal dairede yaşanacak bir cinselliği emreder. Kadın eşine fuhşu değil, huzuru sunmalıdır. Erkek eşine şehveti değil, merhameti taşımalıdır.

Çocuklar-Sahipsiz Nesil

Evlerde ekranlar çocuk büyütüyor. Anne-baba çocuğun sesini duymadan yaşıyor. Sonra çocuk 18 yaşında baş kaldırınca şaşırıyorlar. Oysa ilk harfleri biz yazmadık, ilk sevgiyi biz vermedik, ilk sınırı biz koymadık.

Kur’an der ki: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun.”

Bu ayetin evin içinde yankılanması gerekir. Bir çocuğun eğitimi, anne-babanın saatlerce konuştuğu ama yaşamadığı bir öğretiyle değil; yaşadığı İslam ile mümkündür.

Ailede Hesap Günü Bilinci

Ailede, “Ben ne istiyorum?” sorusu değil; “Allah bizden ne istiyor?” sorusu egemen olmalıdır. Çünkü hesap günü geldiğinde “eşim beni anlamıyordu” bahanesi geçmeyecek. O gün, Allah’ın hükmüyle yaşayıp yaşamadığımız sorgulanacak.

Her evin kendini sıfır noktasından değerlendirmesi gerekiyor.

  • Bu evde Kur’an okunuyor mu?

  • Bu evde sabah namazı ailece kılınıyor mu?

  • Bu evde eşler birbirine sabırla mı bakıyor, hesapla mı?

  • Bu evde çocuklara dua mı ediliyor, beddua mı?

Eğer bunların cevabı iç karartıcıysa, hiç gecikmeden yeniden başlamak gerek. Zira hayatı ateşin alevlerinden korumanın tek yolu, yüzümüzü Allah’a döndürmektir.

Hüküm Allah’ındır, Yaşam O’na Aittir

Hayat Allah’a aittir. Bu hayatı ancak O’nun koyduğu kurallarla sürdürebiliriz. Aksi halde kendi kurduğumuz yapay mutluluklar, bize sadece cehennemin ön izlemesini sunar. Evliliklerimizin, dostluklarımızın, kazançlarımızın, sevincimizin, öfkemizin, çocuklarımızla ilişkimizin, cinselliğimizin, dualarımızın, uykumuzun ve soframızın Allah’ın hükmüyle şekillenmesi gerekir.

Yoksa yaşadığımız şey, bizim inşa ettiğimiz ve içine Allah’ı misafir etmediğimiz bir yalandan ibarettir.

Bu yüzden hayatı, Kur'an ışığında yeniden başlatmalıyız. Hayatımızı, Allah’ın egemenliğine açmalı; evimizi, Kur’an’la donatmalı; eşimizi, Hz. Peygamber’in örnekliğiyle sevmeli; çocuklarımızı, sahabenin şefkatiyle büyütmeliyiz.

Çünkü başka bir çıkış yok. Başka bir kurtuluş da...

Bugün bu yazıyı okuyan herkes, aynaya değil, kalbine baksın. Ve sorsun: “Bu hayat, kimin hükmüyle yürüyor?”

Eğer cevap Allah değilse, o zaman hep birlikte yeniden başlamalıyız. Çünkü daha vakit varken, o ateş yüzümüzü sarmadan evvel...

Ve unutma:

“Zulümle dostluk kuran, zulme hizmet eder. Allah’ın hükmüne sırt çeviren, kendine cehennem inşa eder.”

Erol Kekeç/24.03.2025/Sancaktepe/İST 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...