Ana içeriğe atla

Çocuğun korkularını yenmesine nasıl yardım edilebilir?

Çocuğun korkularını yenmesine yardımcı olmak için, öncelikle bu korkuların ciddiye alınması gerekir. Çocuğun korktuğu hayali varlıklara onunla birlikte inanmak ve onunla birlikte bu korkuyla mücadele etmek gerekir.
Çocuğun korkularını yenmesine nasıl yardım edilebilir?
Çocukların bebeklikten itibaren içlerinde taşıdıkları en büyük korku, bir gün anne babalarının kendilerini terk edeceği ve bir daha geri gelmeyeceği korkusudur. Çocuğun bu korkusunu yenmek için, ebeveynlerin çocuğa sürekli yanında olduklarını ve onu asla bırakmayacaklarını telkin etmeleri gerekir. Bu konuda bırakılacak bir boşluk, bu korkunun çocuklarda çok büyük bir kaygıya dönüşmesine neden olabilmektedir. Kaybetme korkusu, küçük çocuklarda ölüm şeklinde düşünülmez. Çünkü ölüm onlar için soyut bir kavramdır ve ancak 7 yaşından sonra gerçek anlamını kazanmaya başlar. Bu nedenle ebeveynlerinin öleceğini değil, gideceğini ve dönmeyeceğini düşünürler.
Çocukların bu korkularını yenmelerinde telkin önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Bunu tavır ve davranışla da göstermek, çocuğa hissettirmek gerekir. Örneğin anne ya da baba bir yere gittikleri zaman, döneceklerini söyledikleri zamanda geri dönmelidirler. Bu davranış, çocukta anne babası bir yere gitse bile dönecekleri güvenini yaratır ve terk edilme korkusunu yenmesini sağlar. Çocuklarda 7 yaşından itibaren anne babanın öleceği korkusu gelişmeye başlar. Bu çocuklardaki soyutlama kavramının geliştiğinin de bir göstergesidir. Artık ölüm çocuk için soyut bir kavram olmaktan çıkar, ebeveynlerinin ölebileceğini düşünür. Anne ve baba, çocuğa uygun bir dille ölmeyeceklerini, birlikte bir hayat geçireceklerini anlatmaları gerekir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...

Kadın Aile ve Modern Çağın Yalanı

  Bir Toplumsal Yarayı Ameliyat Masasına Yatırmak, Modern toplumun son 40 yılında yaşanan en büyük kırılma, sanıldığının aksine teknolojik dönüşüm değil; kadının rolünün anlamının kaydırılması , anneliğin ikincilleştirilmesi , ailenin merkezinin zayıflatılması ve bunun “özgürlük” adı altında yapılmasıdır. Bugün dünyada –ve özellikle bizim ülkemizde– toplumun temelinde sessiz ama derin bir çöküş yaşanıyor. Ekonomik krizler, kültürel gerilimler, kimlik çatışmaları, kuşaklar arası kopmalar bunların görünen yüzü… Asıl büyük kırılma; insanın evini, kadınlığın anlamını, anneliğin değerini ve aile kurumunun köklerini kaybetmesidir. Ve bu kırılmanın merkezinde bir gerçek var; Kadının en kutsal görevi anneliktir. Bu cümleyi duyan bazıları hemen önyargıyla “kadını eve hapsediyorsunuz” diye saldırıyor. Ancak sorun tam da burada başlıyor: Modern çağ kullandığı kavramların anlamını çarpıtarak insanı kendine yabancılaştırıyor. Annelik ; bir “evde kalma zorunluluğu” değil, bir değerin...