Ana içeriğe atla

Kendine güvenli bir çocuk nasıl yetiştirilir?

Çocuğun kendine güvenebilmesi için, öncelikle başkalarına güvenebilmesi gerekir. Bu ise, 0-3 yaşta ağlatılmadan büyütülen çocuklarda olur.
Kendine güvenli bir çocuk nasıl yetiştirilir?
Çocuğun kendine güvenebilmesi için, öncelikle başkalarına güvenebilmesi gerekir. Bu ise, 0-3 yaşta ağlatılmadan büyütülen çocuklarda olur. İsteklerinin yerine getirildiğini gören çocuk, onlara güvenebileceğini anlar. Yani başkalarına güven duygusu, 0-3 yaşta kazanılır. Bu yaş aralığı kaçırıldıktan sonra, bu güvenin kazanılması oldukça zordur.
Çocuğun kendine güvenebilmesinin bir diğer koşulu, kendi cinselliğinden hoşnut olmasıdır. Bu ise 4. yaşta gelişen bir durumdur. Bunun için de, anne ve babanın sevgili rolü oynayarak çocuğa rol model olmaları gerekir. Ebeveynler arasındaki anlaşmazlık ve huzursuzlukların çocuğu en çok etkilediği dönem, çocuğun cinsel kimliğinin geliştiği 4 yaş dönemidir.
Gelişmesine fırsat verilmeli
Çocukta girişimciliğin gelişebilmesi için, daha sonraki dönemde oyuncaklarıyla oynamasının serbest bırakılması gerekir. Kapalı ya da açık alanda, yaşıtlarıyla birlikte, oyuncaklarıyla ya da başka araçlarla bol bol oynamasına olanak sağlanmalıdır.
Çocuğun 6. yaştan 10 yaşına kadar olan dönemde yarışabilmesi gerekir. Yarışmak için de diğer arkadaşlarının arasında bulunabilmelidir. Çocuğun kimi sakatlıkları olsa bile, kendi çapında yarışabilmesi sağlanmalıdır. Yarışma yeteneği, çocuğun kendisine güven duyması konusunda son noktayı koyan bir özelliğe sahiptir.
Çocuğun kendine güvenebilmesi için, sadece anne babanın rol model olması yetmez. Onun 0-3 yaşta başkalarına güvenmesini sağlamak, 4. yaşta cinsel kimliğinin gelişmesine olanak yaratmak, ardından oyun ve oyuncaklarla girişimciliğini arttırmasını teşvik etme, 6-11 yaşlarında ise yarışabilmesine fırsat vermek gerekir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...

Kadın Aile ve Modern Çağın Yalanı

  Bir Toplumsal Yarayı Ameliyat Masasına Yatırmak, Modern toplumun son 40 yılında yaşanan en büyük kırılma, sanıldığının aksine teknolojik dönüşüm değil; kadının rolünün anlamının kaydırılması , anneliğin ikincilleştirilmesi , ailenin merkezinin zayıflatılması ve bunun “özgürlük” adı altında yapılmasıdır. Bugün dünyada –ve özellikle bizim ülkemizde– toplumun temelinde sessiz ama derin bir çöküş yaşanıyor. Ekonomik krizler, kültürel gerilimler, kimlik çatışmaları, kuşaklar arası kopmalar bunların görünen yüzü… Asıl büyük kırılma; insanın evini, kadınlığın anlamını, anneliğin değerini ve aile kurumunun köklerini kaybetmesidir. Ve bu kırılmanın merkezinde bir gerçek var; Kadının en kutsal görevi anneliktir. Bu cümleyi duyan bazıları hemen önyargıyla “kadını eve hapsediyorsunuz” diye saldırıyor. Ancak sorun tam da burada başlıyor: Modern çağ kullandığı kavramların anlamını çarpıtarak insanı kendine yabancılaştırıyor. Annelik ; bir “evde kalma zorunluluğu” değil, bir değerin...