Ana içeriğe atla

Nerede ne zaman Hangi Gençlik

Beyinleri geçmişin ve tarihi kalıntıların tortularını taşıyan bir vagon olan gençlik 

değilse amacımız, bugünden geçi yok, ayağa kalkıp kendimizi bir yoklamak ve kendimize gelmek zorundayız. Gençlik sorunları sürekli konuşularak çözüme kavuşacak bir problem değildir. Gençlik çalışmaları, hayatın içinde inandırıcı eylemlerden, merhametten, sevgiden ve kuşatıcılıktan geçer.


Ülkemiz geneline baktığımız zaman, düşünce inanç ve ideoloji ayrımı yapmaksızın tüm sivil kuruluşların mutlaka bir gençlik çalışmalarının olduğunu görmekteyiz. Bu çalışmalar bu kadar geniş kitlelere yayılmasına rağmen, acaba neden istenilen doğrultuda bir sonuca gidilmemektedir. Bunların çok ciddi ve gerçekçi nedenlerine ulaşmak gerekir. Zihinsel kalıpların donanımları her uyarıcıyı çekmeyen ya da ne olduğunu anlamayan zihinler bu çalışmaların herhangi bir noktasına olumlu ve verimli katkı sunamazlar. Öncelikle yapılması gerekenler, bu çalışmaların herhangi bir noktasında bulunanların sahip olduğu bilgi eylem ve düşünce atmosferi irdelenmeli ve bu yaşamı ne kadar kuşatacağı ele alınmalı, ondan sonra kurulan doğru denklemlerle start verilmelidir.
Bir fizikçinin ya da kimyacının laboratuvar ortamında incelediği madde gibi gençliği algılamaktan çıkmalıyız. Çünkü gençlik dinamik bir yapıdır. Nerede ne zaman ne yapacağını kestirmek çok zor olan karmaşık ve bir o kadar da sade olan bir denklemdir. Karmaşıklığı onun anlaşılmaması ve onu anlamak için anlayacak bir hazırlığa sahip olmamaktan kaynaklanır. Sadeliği ise, çok rahat değişime açık olması ve ikna olacak değerlerle kuşatılmış olmasıdır. Gençliğin hayatında onu değişimde direnişe sokacak çok az sabiteleri vardır. Bu da gençliğin çok önemli yanıdır.
Hayatın doğasına uygun olmayan her çırpınış, çırpınanı kendi göletinde boğar. Bazı hayvanlar harekete duyarlıdır. Örneğin, bir kedinin bakışlarını nereye taşımak istiyorsanız onun hareketli bir noktaya yönelmesini sağlayın ve o hareketin kaynağını gösterin yeter. İnsanları, harekete duyarlı bir varlık gibi düşünerek nerede tıngırtı orada buluntu şeklindeki basit ve sıradan bir yaşamın kollarından kurtarmak zorundayız. Gençlerimiz, kendi dünyasını keşfeden, zaaflarını ve yetilerini bilen kavrayışla içten yanmalı bir araç gibi hayatın gemisine bir kaptan olarak yetiştirecek duruma gelmeliyiz. Öncelikle bu algıya sahip bir ekip oluşturmak gerekir. Her insanın işi değildir eğitim ve yönlendirme. Kendi hayatımızın olumsuzluklarını ve ideolojik saplantılarını hayatın olmazsa olmazları gibi bilen ve karşısına da bunları ideal bir değer gibi sunan, sıradan demode olmuş hayatların ve anlayışların kıskacından kurtulmak zorundayız.
İnsan üzerine bir projesi olanlar, İnsanın, anlama, kavrama, sevme, itibar kazanma, kendini ifade etme, özgürce yaşama gibi bireysel insani özelliklerini dikkate almak zorundadır. Çünkü insanın ferdi boyutu, toplumsal boyutundan önce gelir. Kişilik insanın bu özelliklerinin toplamından oluşur. Nasıl ki anne ve babalar çocuklarının kendilerinin bir kopyası gibi yetişmesini istiyorlarsa, sosyal oluşumlar da etraflarına topladıkları insanlarda kendi toplumsal kurumsal kimliklerini taşımalarını istiyorlar ve her tarafta o kimlikle ifade edilmelerine ağırlık veriyorlar. Bu anlayışlarla, insanların doğasına uygun olmayan ve “insana ancak emeğinin karşılığı var” buyruğuna aykırı uygulamalarla onları yönlendirmek ve bir kaptan olmalarını sağlamak imkansızdır. Her insanın doğasında olan, kendisini rahatlıkla ifade edeceği ortamda bulunmak onun en büyük arzusudur. İnsanın bu yönünü dikkate almayan bazı ebeveynler, iş ortamında hep kendisi söz sahibi olduğundan ve çocuklar da o ortamda bir gölge ya da uydu olarak kalmaya devam ettiğinden onların yeteneklerinin olmadığından yakınır durur. Oysa orada çocuklar kendi bilgi beceri ve donanımlarını istedikleri gibi kullanmadıklarından kendi dünyalarında çatışmalar yaşarlar, zamanla da bir anlaşmazlık başlar ya kendi işlerini kuramaya yönelirler ya da başka ortamlarda çalışmak isterler. Bunun en önemli nedeni gençler değil önceki kuşağın bilgiçliği ve dayatmaları olarak da görülmesi gerekir.
Yani diyeceğim odur ki, hayatın ortağı ve taşıyıcısı olacak gençlerimizi bir masal kahramanı olarak yetiştirmekten vazgeçelim. Masala dönüşen bir hayatın reel yaşamda karşılığı yoktur. Reel, inandırıcı ve bir bilgi doğrultusunda doğru adımlar atmadan, doğru bir yapılanma modeli oluşturmamız da düşünülemez. Söylemlerimizin içeriği ve hayatta görmek istediğimiz ekran boyutu ancak bizim çelişkisiz tutarlı ve güvenilirliği olan bir manifesto ile gerçekleşir. Bu hayat ekranının daima, yeni ve albenisi yüksek herkesi kuşatan bir boyutunun olmasını istiyorsak, tüm alt yapımızı ona göre oluşturmak zorundayız. Bir başlayalım bakalım nasıl olacak anlayışları çaresizliğin ve karmaşık bir zihin yapısının ifadesidir. Düşünceleri sağlıklı, hedefleri belli olanlar, belli bir yöntemle, zamana yenilmeden ve rüzgarların estiği yöne göre yön belirlemeden istikrarlı adımlarla az da olsa gidecekleri yola çıkarlar. Şunu unutmayalım ki, kervan yolda dizilmez, kervan yolda ancak büzülür. Kendi kabuğuna gömülür ve çaresizlik sendromları yaşar.
Düşünce ve eylem boyutunu tamamlayan gençlerle, aynı gök kubbenin altında farklı nefesleri soluyarak aynı yürek atışlarını oluşturmaya ne dersiniz…Yolunuz açık olsun, dağlar yoldaşınız olsun…
                                                                                                      09.10.2018/Erol KEKEÇ





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...