Ana içeriğe atla

Hakikate Şahitlik ve Özgürlük "Zihinsel ve Yürek Devrimine Duyulan İhtiyaç"

 



İnsan, hayatın akışı içinde kimi zaman öyle olaylarla karşılaşır ki, gördüklerine inanamaz, duyduklarına kulak vermek istemez. Bir insan olarak, özellikle adalet ve hakkaniyet üzerine duyarlılığı olan bir birey için, bazı tutumlar ve davranışlar karşısında hayret içinde kalmamak mümkün değildir. Hele ki, bu yanlış tutumların zamanla toplumsal norm haline gelmesi, kuşaktan kuşağa aktarılarak bir yaşam dokusuna dönüşmesi, endişe verici bir durumdur.

Toplumsal yapı içinde, insanların hak ve adaletin şahitleri olması gerekirken, bazen tam tersi yönde bir eğilim sergilendiğine şahit oluyoruz. Hakkı savunduğunu iddia edenler bile, ne yazık ki çıkarlarını korumak adına gerçeği örtbas etmeye çalışıyor, hakikatin kendileriyle sınırlı olduğu yanılgısına kapılıyorlar. Bu durum, yalnızca bireysel ahlaki yozlaşmayı değil, aynı zamanda toplumsal düzenin genetik kodlarının bozulmasına yol açan tehlikeli bir süreci de beraberinde getiriyor.

Hakkı Örtbas Etmenin Tehlikeleri

Bir toplumu ayakta tutan en önemli değerlerden biri, hakikate şahitlik etmek, adaletin yanında durmak ve doğruyu savunmaktır. Ancak günümüzde, kimi çevrelerde hakkı konuşmak, adaletsizlikleri dile getirmek yerine, yapılan yanlışları savunmak veya meşrulaştırmak daha fazla rağbet görmektedir. Bu tür ortamlarda yanlışların tartışılması ve düzeltilmesi gerekirken, tam tersine konunun farklı yönlere çekilerek hakikatin üzerinin örtüldüğünü görüyoruz.

Örneğin, bir yanlış eleştirildiğinde, o yanlışın düzeltilmesi için adım atmak yerine, hemen başka yanlışlar gündeme getirilerek konunun özü saptırılıyor. Yanlış yapan bir kişi veya grup eleştirildiğinde, ona destek verenler "Ama şu kişi de aynı şeyi yapıyor" diyerek hataları örtmeye çalışıyor. Oysa hakikate şahitlik eden bir insanın görevi, kim olursa olsun yanlışı dile getirmek, adaleti savunmaktır.

Böylesi bir yaklaşım, zamanla toplumsal çürümenin hızlanmasına neden olur. Çünkü yanlışları meşrulaştıran bir toplumda hakikate şahitlik etmek neredeyse imkânsız hale gelir. İnsanlar, yanlışın yanlış olduğunu bile fark edemez hale gelirler. Oysa İslam'ın temel prensiplerinden biri, adaleti her koşulda savunmak, zulme sessiz kalmamaktır:

"Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun." (Nisa/135)

Çifte Standart ve Hakikatten Sapma

Toplumsal düzenin bozulmasına neden olan en büyük etkenlerden biri, çifte standarttır. İnsanlar, kendilerine veya sevdiklerine yapılan yanlışları yüksek sesle dile getirirken, aynı yanlış başkaları tarafından yapıldığında sessiz kalmayı tercih ederler. Bir insan, kendi grubundaki birinin hatasını savunurken, aynı hatayı başka biri işlediğinde onu ağır şekilde eleştiriyorsa, burada ciddi bir samimiyet problemi var demektir.

Bunun en bariz örneklerinden biri, bazı dinî ve sosyal grupların, kendi liderlerini, şeyhlerini veya kanaat önderlerini mutlak bir doğrulukla değerlendirmesi, onların hatalarını görmezden gelmesi, buna karşın farklı görüşte olanları acımasızca eleştirmesidir. Oysa hakkın şahitliği, kişi veya grup ayrımı yapmaksızın, her durumda gerçeği söylemekle mümkündür.

Bu çifte standart, insanları samimiyetsiz bir yaşama iter. Kendi yanlışlarını görmezden gelen, ama başkalarının hatalarını büyüten bir anlayış, hakikate ve adalete değil, ancak çıkarcılığa hizmet eder. Oysa İslam, kişisel çıkarların değil, adaletin ve hakikatin ön planda tutulmasını emreder.

Hakiki Özgürlük-La İlahe İllallah Bilinci

Bugün insanlığı esaret altına alan en büyük problemlerden biri, özgürlüğün yanlış anlaşılmasıdır. Özgürlük, yalnızca dışsal baskılardan kurtulmak değil, zihinsel ve ruhsal bağımlılıklardan da arınmaktır. Gerçek özgürlük, "La ilahe illallah" demekle başlar.

"La ilahe" demek, tüm sahte ilahları reddetmek demektir. Sadece putlara tapmayı değil, zihnimizdeki yanlış kabulleri, bize dayatılan sahte doğruları, hakikatin yerine konulan sahte anlayışları da reddetmektir. Bugün insanlar, farkında olmadan, grup aidiyetlerine, lider figürlerine, toplumun yanlış geleneklerine bağımlı hale gelmiş durumda. Kendi akıllarını kullanmadan, eleştirel düşünmeden, sorgulamadan hareket eden insanlar, gerçekte özgür değildir.

"Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velisi ise tağutlardır. Onları aydınlıktan alır, karanlığa sokar. İşte onlar, cehennemliklerdir ve orada ebedi kalacaklardır." (Bakara/ 257)

Bir insan gerçekten özgür olmak istiyorsa, her türlü sahte otoriteyi reddederek, yalnızca Allah’a teslim olmalıdır. Eğer bir kişi, bir şeyhi, bir lideri, bir ideolojiyi mutlak hakikat olarak görüyorsa, aslında hâlâ özgürlüğü tatmamış demektir. Çünkü zihinsel esaret, fiziksel esaretten çok daha güçlüdür.

Zihinsel ve Yürek Devrimi

Toplumun içinde bulunduğu bu çürümüşlükten kurtulmasının yolu, radikal bir zihinsel ve yürek devriminden geçmektedir. Bu devrim, hakikat uğruna her şeyi göze alabilen cesur insanların varlığıyla mümkündür. Hakikate şahitlik etmek isteyen bir insan, yalnız kalmayı, dışlanmayı, hatta bedel ödemeyi göze almalıdır.

Bugün toplumda gördüğümüz çarpıklıkların, adaletsizliklerin ve yanlışların temelinde, insanların korkaklığı, menfaatperestliği ve çifte standartları yatmaktadır. Hâlbuki bizden beklenen, her türlü bedeli göze alarak hakkın yanında durmaktır.

Özgürlük, sahte ilahları reddetmekle başlar. Kimileri hala eski putlarını sevip saymaya devam ediyor. Ama unutulmamalıdır ki, putlar yıkılmadan gerçek iman gerçekleşmez.

İşte bu yüzden, hakiki bir dönüşüm için, sadece kuru kuruya "La ilahe" demek yetmez. Eski ilahlara olan sevgi ve bağlılık da tamamen terk edilmelidir. Çünkü ancak bu şekilde gerçek özgürlük ve hakikate şahitlik mümkün olur.

Ve unutulmamalıdır:
"Hak geldi, batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur." (İsra/ 81)

Erol Kekeç/09.03.2025/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...