Toplumsal yapı içinde, insanların hak ve adaletin şahitleri olması gerekirken, bazen tam tersi yönde bir eğilim sergilendiğine şahit oluyoruz. Hakkı savunduğunu iddia edenler bile, ne yazık ki çıkarlarını korumak adına gerçeği örtbas etmeye çalışıyor, hakikatin kendileriyle sınırlı olduğu yanılgısına kapılıyorlar. Bu durum, yalnızca bireysel ahlaki yozlaşmayı değil, aynı zamanda toplumsal düzenin genetik kodlarının bozulmasına yol açan tehlikeli bir süreci de beraberinde getiriyor.
Hakkı Örtbas Etmenin Tehlikeleri
Bir toplumu ayakta tutan en önemli değerlerden biri, hakikate şahitlik etmek, adaletin yanında durmak ve doğruyu savunmaktır. Ancak günümüzde, kimi çevrelerde hakkı konuşmak, adaletsizlikleri dile getirmek yerine, yapılan yanlışları savunmak veya meşrulaştırmak daha fazla rağbet görmektedir. Bu tür ortamlarda yanlışların tartışılması ve düzeltilmesi gerekirken, tam tersine konunun farklı yönlere çekilerek hakikatin üzerinin örtüldüğünü görüyoruz.
Örneğin, bir yanlış eleştirildiğinde, o yanlışın düzeltilmesi için adım atmak yerine, hemen başka yanlışlar gündeme getirilerek konunun özü saptırılıyor. Yanlış yapan bir kişi veya grup eleştirildiğinde, ona destek verenler "Ama şu kişi de aynı şeyi yapıyor" diyerek hataları örtmeye çalışıyor. Oysa hakikate şahitlik eden bir insanın görevi, kim olursa olsun yanlışı dile getirmek, adaleti savunmaktır.
Böylesi bir yaklaşım, zamanla toplumsal çürümenin hızlanmasına neden olur. Çünkü yanlışları meşrulaştıran bir toplumda hakikate şahitlik etmek neredeyse imkânsız hale gelir. İnsanlar, yanlışın yanlış olduğunu bile fark edemez hale gelirler. Oysa İslam'ın temel prensiplerinden biri, adaleti her koşulda savunmak, zulme sessiz kalmamaktır:
"Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun." (Nisa/135)
Çifte Standart ve Hakikatten Sapma
Toplumsal düzenin bozulmasına neden olan en büyük etkenlerden biri, çifte standarttır. İnsanlar, kendilerine veya sevdiklerine yapılan yanlışları yüksek sesle dile getirirken, aynı yanlış başkaları tarafından yapıldığında sessiz kalmayı tercih ederler. Bir insan, kendi grubundaki birinin hatasını savunurken, aynı hatayı başka biri işlediğinde onu ağır şekilde eleştiriyorsa, burada ciddi bir samimiyet problemi var demektir.
Bunun en bariz örneklerinden biri, bazı dinî ve sosyal grupların, kendi liderlerini, şeyhlerini veya kanaat önderlerini mutlak bir doğrulukla değerlendirmesi, onların hatalarını görmezden gelmesi, buna karşın farklı görüşte olanları acımasızca eleştirmesidir. Oysa hakkın şahitliği, kişi veya grup ayrımı yapmaksızın, her durumda gerçeği söylemekle mümkündür.
Bu çifte standart, insanları samimiyetsiz bir yaşama iter. Kendi yanlışlarını görmezden gelen, ama başkalarının hatalarını büyüten bir anlayış, hakikate ve adalete değil, ancak çıkarcılığa hizmet eder. Oysa İslam, kişisel çıkarların değil, adaletin ve hakikatin ön planda tutulmasını emreder.
Hakiki Özgürlük-La İlahe İllallah Bilinci
Bugün insanlığı esaret altına alan en büyük problemlerden biri, özgürlüğün yanlış anlaşılmasıdır. Özgürlük, yalnızca dışsal baskılardan kurtulmak değil, zihinsel ve ruhsal bağımlılıklardan da arınmaktır. Gerçek özgürlük, "La ilahe illallah" demekle başlar.
"La ilahe" demek, tüm sahte ilahları reddetmek demektir. Sadece putlara tapmayı değil, zihnimizdeki yanlış kabulleri, bize dayatılan sahte doğruları, hakikatin yerine konulan sahte anlayışları da reddetmektir. Bugün insanlar, farkında olmadan, grup aidiyetlerine, lider figürlerine, toplumun yanlış geleneklerine bağımlı hale gelmiş durumda. Kendi akıllarını kullanmadan, eleştirel düşünmeden, sorgulamadan hareket eden insanlar, gerçekte özgür değildir.
"Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velisi ise tağutlardır. Onları aydınlıktan alır, karanlığa sokar. İşte onlar, cehennemliklerdir ve orada ebedi kalacaklardır." (Bakara/ 257)
Bir insan gerçekten özgür olmak istiyorsa, her türlü sahte otoriteyi reddederek, yalnızca Allah’a teslim olmalıdır. Eğer bir kişi, bir şeyhi, bir lideri, bir ideolojiyi mutlak hakikat olarak görüyorsa, aslında hâlâ özgürlüğü tatmamış demektir. Çünkü zihinsel esaret, fiziksel esaretten çok daha güçlüdür.
Zihinsel ve Yürek Devrimi
Toplumun içinde bulunduğu bu çürümüşlükten kurtulmasının yolu, radikal bir zihinsel ve yürek devriminden geçmektedir. Bu devrim, hakikat uğruna her şeyi göze alabilen cesur insanların varlığıyla mümkündür. Hakikate şahitlik etmek isteyen bir insan, yalnız kalmayı, dışlanmayı, hatta bedel ödemeyi göze almalıdır.
Bugün toplumda gördüğümüz çarpıklıkların, adaletsizliklerin ve yanlışların temelinde, insanların korkaklığı, menfaatperestliği ve çifte standartları yatmaktadır. Hâlbuki bizden beklenen, her türlü bedeli göze alarak hakkın yanında durmaktır.
Özgürlük, sahte ilahları reddetmekle başlar. Kimileri hala eski putlarını sevip saymaya devam ediyor. Ama unutulmamalıdır ki, putlar yıkılmadan gerçek iman gerçekleşmez.
İşte bu yüzden, hakiki bir dönüşüm için, sadece kuru kuruya "La ilahe" demek yetmez. Eski ilahlara olan sevgi ve bağlılık da tamamen terk edilmelidir. Çünkü ancak bu şekilde gerçek özgürlük ve hakikate şahitlik mümkün olur.
Yorumlar
Yorum Gönder