Günümüzde insanlık, neyi neden kabul ettiğini ve neyi neden reddettiğini tam anlamıyla idrak etmeden, adeta şartlanmış bir varlık gibi yaşamaktadır. Bu koşullu yaşam, insani özelliklerin imha edilmesine ve değer sisteminin çöküşüne doğru giden bir sürecin habercisidir. İnsan aklı ve mantığı, doğru ve yanlışı ayırt edebilme yetisine sahipken, içinde yaşadığımız dünya, bireylerin tarafgirlik ve önyargılar üzerinden hareket ettiği bir düzleme evrilmiştir.
Bir düşünceyi veya eylemi, yalnızca onu ortaya koyan kişinin veya grubun kimliği üzerinden değerlendirmek, hakikati aramaktan uzaklaşmak anlamına gelir. Eğer bir konu özü itibariyle iyiyse, ona iyi denmesi gerekir; ancak günümüzde insanların büyük bir kısmı, bu tür değerlendirmeleri yalnızca taraftarı oldukları düşünce yapısına uygun olarak yapmaktadır. Sevmediği kişi veya grubun olumlu bir icraatını kesinlikle kabul etmeyen, ancak aynı eylem kendi tarafınca yapılırsa onu koşulsuz destekleyen bir yaklaşım, bilişsel olarak sağlıklı bir yaşam tarzı değildir.
Tarafgirliğin Körleştirdiği Adalet
İçinde bulunduğumuz toplumda ve küresel düzeyde yaygın olan anlayış, bireylerin her şeyin doğasını değiştirerek kendilerine göre bir gerçeklik oluşturma çabasıdır. Halbuki, insanın yaratılış fıtratı belirli kodlarla donatılmıştır ve bu kodlar doğruluk, adalet ve hakikatin ölçütleriyle şekillendirilmiştir. Adem’in yaratılması sonrasında ona eşyanın bilgisinin öğretilmesi, aslında tüm insanlık için bir prototip olarak bilgi ve ahlak sisteminin kodlanması anlamına gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in adalet ve tarafsızlık üzerine vurguladığı ayetlerden biri şöyledir:
“Bir topluma olan öfkeniz ve kininiz, sizi adaletli olmaktan alıkoymasın.” (Maide/8)
Bu ilahi mesaj, insanların kendi önyargılarıyla hareket etmelerinin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu gözler önüne sermektedir. Sevmediğimiz bir insanın bile doğru bir eylemini takdir edebilmek, adaletin ve hakikatin gereğidir. Kendi tarafımızda olan birinin yanlışlarını görmezden gelmek ise, hem bireysel hem de toplumsal yozlaşmayı beraberinde getiren bir tutumdur.
Koşullanmış Algılar ve Gerçekliği Değiştirme Çabası
İnsanlar, kendi çıkarlarına uygun şekilde bir doğru-yanlış sistemi inşa etmekte ve zamanla bu yapay düzeni hakikat olarak kabul etmektedir. Ancak hakikat, bireysel algılardan bağımsızdır ve yaratılışın değiştirilemez yasalarına bağlıdır. Allah, insana irade vermiş, ancak bu iradenin kullanımında belirli sınırların olduğunu da bildirmiştir. Eğer bizler, doğruyu ve yanlışı kendi arzularımıza göre belirlersek, hakikatin üzerinde değil, kendi nefsimizin ürettiği bir yanılsama içinde yaşamış oluruz.
Kur’an-ı Kerim, sahte bir gerçeklik algısıyla yaşayan insanları şu şekilde tarif eder:
“Onların cüsselerine baktığında hoşuna gider, konuşurlarsa dinlersin; oysa onlar kalbinde olan olumsuzluklara da Allah’ı şahit tutarlar. Onlardan uzak dur, onlar birer odundur...” (Münafikun/ 4)
Bu ayet, dış görünüşe veya kişinin statüsüne aldanmanın yanlışlığına dikkat çekmektedir. Gerçek olan, kişinin kalbindeki niyet ve eylemleridir. Bir insan güzel konuşuyor, etkileyici duruş sergiliyor olabilir; ancak eğer içinde hakikati gizleyen bir kibir, adaletsizlik veya çifte standart taşıyorsa, onun sözleri ve eylemleri samimi değildir.
Adaleti Bilenler Hakikate Çağıranlardır
Adalet ve hakikat üzerine kurulu bir yaşam biçimi, ancak bilinçli ve basiret sahibi insanların göstereceği bir çabayla mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de bu bilinçli çağrı şu şekilde ifade edilmektedir:
“Ben ve bana uyanlar, biz bilerek basiretle Hakk’a çağıranlardanız...” (Yusuf/108)
Bu ayet, hakikati anlamanın ve insanlara aktarmanın bilinçli bir tercih olduğunu göstermektedir. Gerçeklik, kişisel hislerimize veya önyargılarımıza göre şekillenmez; aksine, yaratılış fıtratı doğrultusunda ve ilahi ölçülere göre belirlenir.
Toplumsal Düzende Hakikatin Önemi
Bugün içinde yaşadığımız dünya, siyasi, ekonomik ve sosyal çıkarların etkisiyle hakikatin çarpıtıldığı bir arenaya dönüşmüştür. Toplumlar, belli düşünce kalıplarına ve medya manipülasyonlarına maruz bırakılarak, doğruları sorgulamadan kabul etmeye veya yanlışları reddetmeye yönlendirilmektedir.
Bu durum, bireylerin akıl ve iradelerini özgürce kullanmalarının önüne geçen bir engel teşkil eder. Eğer bir insan, sadece bir grubun veya liderin söylemlerini hakikat olarak kabul edip, karşıt görüşleri hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan reddediyorsa, bu durum bilişsel çöküşü ve adaletin kaybolmasını beraberinde getirir.
Çözüm-Hakikati Aramak ve Adaletle Hareket Etmek
Hakikate ulaşmak için şu adımların takip edilmesi gereklidir:
Tarafsız Olmak: Bir düşünceyi veya eylemi, kimin söylediğinden bağımsız olarak değerlendirmek ve özüne odaklanmak.
Önyargılardan Kurtulmak: Sevmediğimiz birinin doğru söylediğini kabul edebilmek ve sevdiğimiz birinin yanlış yaptığında bunu görebilmek.
Bilişsel Derinlik Kazanmak: Bilgiye dayalı kararlar almak ve sadece popüler söylemlerle yetinmemek.
Adaletli Olmak: Bütün insanlar için adaletin geçerli olduğu bir sistem kurmak ve bu sisteme uygun yaşamak.
Fıtrata Uygun Yaşamak: Yaratılışın temel kodlarını bozmayarak, hakikati eğip bükmeden olduğu gibi kabul etmek.
Sonuç olarak, hakikatin ışığında bir yaşam sürmek, adaleti merkeze almak ve fıtrata uygun bir bilinç geliştirmek, insan olmanın en temel gerekliliklerindendir. Rabbimizin belirlediği adalet rotasında yürüyerek, bilerek ve basiretle Hakk’a çağıranlardan olmak, bizler için en büyük kazanım olacaktır.
Erol Kekeç/06.03.2025/Sancaktepe/İST
Yorumlar
Yorum Gönder