Ana içeriğe atla

Kabuğu Kırmadan Özüne Varılmaz



Korkaklığın, Çekingenliğin ve Başkaldırmamanın Bedeli

“Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyenler, cevizin tamamını kabuk zannederler.” İşte bütün mesele bu. Kabuğu kırmak cesaret ister, merak ister, emek ister. Ama çoğu insan o kabuğun dışındaki sertliği görüp vazgeçer. “Zaten içi de dışı gibidir,” der, ön yargılarının esiri olur. Bu söz, sadece bir ceviz için değil, hayatın ta kendisi için söylenmiş. Özellikle de zalim yönetimlerin hüküm sürdüğü toplumlarda… Çünkü orada, insanların çoğu kabuğu görür ve geri çekilir.

Peki neden?

Çünkü kabuğu kırmak, risk almayı gerektirir. Kabuğu kırdığında içinden ne çıkacağını bilemezsin. Ama işte tam da bu belirsizlik, korkunun tohumlarını eker insanın içine. Bu korku, zamanla çekingenliğe, ardından boyun eğmeye ve en sonunda da köleliğe dönüşür. Evet, yanlış duymadınız: Kölelik. Düşüncelerinin, cesaretinin, iradeni teslim ettiğin bir kölelik… Ve işte o zaman, sadece kabuğu görüp geri çekilenler yüzünden, zalimler güçlenir, mazlumlar ise susar.

Korkunun Esareti-Kabuğun Arkasına Saklananlar

Bir toplumda korku yayıldığında, insanlar kabuğun ardına saklanır. Kabuğun arkasında güvenli olduklarını zannederler. “Ben karışmam, başıma iş almayayım,” derler. Peki ya sonra?

Sonrası, o zalim düzenin güçlenmesi demektir. Çünkü zalimler, insanların korktuğunu gördükçe cesaretlenirler. Onlar da iyi bilir ki; “En büyük güç, korkakların sessizliğinden gelir.”

Bir örnekle düşünelim:

Bir mahkeme salonu… Haksız yere yargılanan bir insan… Bunu görenler, haksızlığı bilip susarlar. Çünkü konuşmak, kabuğu kırıp adaletin özüne inmeyi gerektirir. Konuşmak, risk almayı gerektirir. Peki susanlar ne yapar? “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın,” derler. Ama unuturlar ki o yılan, bir gün onların kapısını da çalacaktır. Çünkü zulmün olduğu yerde adalet bir kişiye dokunmaz, er ya da geç herkesi vurur.

Kabuğun Sertliği ve Yüreksizliğin Mağlubiyeti

Cevizin kabuğu serttir, kırmak zordur. Ama içindeki öz o kadar lezzetlidir ki, uğruna o sertliği göze alır insan. Fakat korkaklar için durum böyle değildir. Onlar, o sert kabuğu gördüklerinde vazgeçerler. Oysa ki hayat da böyledir. Her hak, her özgürlük, her adalet talebi, sert bir kabuğun ardına gizlenmiştir. Zalim yönetimler de işte bunu bilir ve kabuğu daha da sertleştirir. “Kimse cesaret edemesin, kimse bu kabuğu kırmasın,” derler. Çünkü kabuğu kırdığında özün gerçeğiyle yüzleşeceksin. Ve işte o zaman, adaletin, hakikatin ve özgürlüğün tadına varacaksın.

Ama çoğu insan ne yapar?

Kabuğu kırmak yerine, onun etrafında dolanır durur. “Belki biri kırar da ben de o özden nasiplenirim,” der. Ama o ‘biri’ hiç gelmez. Çünkü herkes aynı korkunun, aynı çekingenliğin, aynı yüreksizliğin kurbanıdır. Herkes, o sert kabuğun önünde diz çökmüş, çaresizce bekler. Oysa ki cesaret, bekleyerek değil, harekete geçerek kazanılır.

Zalim Yönetimler ve Kabuğun Ardındaki Gerçek

Zalim yönetimler, insanların kabuğu kıramayacak kadar korkak olmasına güvenirler. Onlar da iyi bilir ki, korku ile sindirilmiş bir toplum, kabuğun arkasına saklanır. Bu yüzden, kendi güçlerini sürdürmek için korkuyu silah olarak kullanırlar. Tehdit ederler, sindirirler, sustururlar. Çünkü bilirler ki; “Gerçekler konuşulursa, iktidarları sarsılır.”

Bir toplumda herkes susuyorsa, zalimler kazanır. Çünkü sessizlik, zulmün en büyük müttefikidir. O yüzden, zalimler sesleri susturmak için her yolu denerler. Fikirleri yasaklarlar, kitapları yakarlar, konuşanları hapse atarlar. Ama aslında bütün bunları, kabuğun ardındaki özü gizlemek için yaparlar. O öz, adaletin, hakkın, özgürlüğün ta kendisidir.

Korkaklık ve Bahanelerin Ardına Sığınmak

Çoğu insan, kabuğu kıramadığı için bahanelerin ardına sığınır. “Ne yapabilirim ki, gücüm yetmez,” der. “Zaten herkes susuyor, ben mi değiştireceğim?” diye sorar. Ama asıl mesele, o kabuğu kırmak için cesaret göstermemektir. Çünkü kabuğu kırmak, risk almayı gerektirir. Evet, belki ellerin kanayacak, belki yüreğin korkuyla titreyecek, belki de yalnız kalacaksın. Ama unutma, öz her zaman kabuğun ardında gizlidir. O kabuğu kırmadıkça, hiçbir gerçeği öğrenemezsin, hiçbir özgürlüğe ulaşamazsın.

Kabuğu Kırmak-Cesaret ve Başkaldırının Gerekliliği

Peki ne yapmak lazım? Kabuğu kırmak için cesaret göstermek gerekiyor. Ama bu cesaret, sadece bireysel bir hareketle sınırlı kalmamalı. Toplumsal bir uyanışa, birlikte hareket etmeye dönüşmeli. Korku, tek başına gelince insanı esir eder. Ama insanlar korkularını paylaşınca, o korku küçülür, güç kaybeder. İşte bu yüzden, kabuğu kırmak için birlik olmak, dayanışmak şarttır.

Bir ağaç düşünün; dalları tek tek kırılabilir ama kökleri bir arada oldukça o ağaç devrilmez. Aynı şekilde, insanlar da birlik oldukça zulmün kabuğunu kırabilir. Çünkü zulüm, ancak korkuyla beslenir. O korkuyu yok etmenin yolu ise dayanışmadır, birlikte hareket etmektir.

Kabukları Kırıp Öze İnmek

Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyenler, cevizin tamamını kabuk zannederler. Ve işte bu yüzden, o kabuğu kırıp özüne inmek gerekiyor. Korkuların, çekingenliğin, bahanelerin ardına sığınarak yaşamak, sadece zalimleri güçlendirir. Eğer adalet, özgürlük, hakikat isteniyorsa, önce o sert kabuğun kırılması lazım. Çünkü o kabuğun ardında, asıl gerçekler saklı. O gerçekler ki, korkakların hiçbir zaman göremeyeceği kadar derinde…

Bu yüzden, korkuyu yenmek ve kabuğu kırmak gerekiyor. Ancak o zaman, cevizde olduğu gibi hayatın da özüne inilebilir. Çünkü kabuk, yalnızca bir kılıftır; asıl gerçek, özdedir. Ve o özü görmek için önce o kabuğu cesaretle parçalamak gerekir. Yoksa ömür boyu kabuğun ardında saklanan bir yalanı gerçek zannederek yaşarsınız. İşte bu yüzden, o kabuğu kırmaya cesaret edin. Çünkü cesaret, korkunun bittiği yerde değil, korkuya rağmen yürüyebildiğiniz yerdedir.

Erol Kekeç/17.02.2025/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...