Ana içeriğe atla

Çıkmaz Sokakta Aile-Gelecek İçin Umut ve Çözüm Arayışları

 

2025 Yılı’nı “Aile Yılı” ilan etmek, mevcut şartlarda topluma verilen bir çelişki mesajından başka bir anlam taşımamaktadır. Her gün televizyonlarda aile kurumunun parçalandığını anlatan haberler dolaşırken, yetkili kişilerin bu yılı “Aile Yılı” ilan etmeleri, halk nezdinde bir alay konusu olmaktan öteye geçememektedir. Örneğin, evlilik maliyetlerinin milyonları bulduğu, kiraların uçuk rakamlara yükseldiği bir ortamda, aileyi güçlendirmeye yönelik hiçbir somut adım atmadan böyle bir deklarasyonda bulunmak, sözlerle eylemler arasındaki uyumsuzluğu gözler önüne sermektedir. Daha da çarpıcı olan, evlilik teşvikine yönelik krediler duyurulmasına rağmen, bu kredilere nasıl erişileceği konusunda iki yıldır kimseye net bir bilgi verilmemesidir. Bu durum, "Aile Yılı" ilanının sadece sembolik ve etkisiz bir girişim olduğunu açıkça göstermektedir. Günlük televizyon programlarında ailenin yıkıma uğradığına dair haberler sıkça yer alırken, etkin ve yetkili kişilerin bu yılı aile yılı ilan etmeleri, halkın aklıyla adeta alay edilmesidir. Gerçek sorunlara dokunmadan, toplumu ilgilendiren temel meselelerde yapısal değişiklikler yapmadan ve toplumsal yıkımı düzeltmeye yönelik somut adımlar atmadan verilen bu  içi boş ve samimiyetten uzak bir gösteri olarak algılanmaktadır.

Ailenin Mevcut Durumu ve Yapısal Sorunlar

Aile, toplumun temel taşı olmasına rağmen, ekonomik, sosyal ve kültürel baskılar altında paramparça edilmiş durumda. Ekonomik sorunlar arasında yüksek yaşam maliyetleri ve düşük gelir seviyeleri, gençlerin evlilikten uzaklaşmasına yol açarken; sosyal dinamikler, bireysel özgürlüğü aile yapısının önüne koyan bir yaşam tarzını teşvik ediyor. Ayrıca Evlilik sonrasında bir saat kalmış olsa bile eşler ayrılma durumunda kadına tanınan ömür boyu nafaka, ayrıca pozitif ayrımcılık, deliller toplanıncaya kadar kadının beyanı esastır gibi erkeği aşağılayan bir anlayış ve kural erkeklerin dünyasında evliliği sıfırlama noktasına getirmiştir. Ekonomik bağımsızlık kazanan kadınların ise evliliği bir yük olarak görüp, ilk uğradıkları yerin boşanma mahkemeleri olduğuna şahit olmaktayız. Tüm bunların arkasındaki gücün, yanlış politikaların ailenin kutsiyetini yok etmesinden kaynaklandığına, küresel etkileyici kültürel dayatmaların ve dijital kuşatmanın büyük etkisinin olduğuna şahit olmaktayız. Kültürel açıdan ise medya, aile bağlarını zayıflatan içerikler sunarak toplumsal dayanışmayı ve birlik duygusunu baltalıyor. Bunun yanında, geleneksel aile değerlerinin değişen normlarla çatışması, kuşaklar arası iletişim kopukluklarını daha da derinleştiriyor. İstanbul’da en düşük kira fiyatları 25 bin TL’yi geçmişken ve asgari ücretin 22 bin TL olduğu bir ortamda, insanların evlenmesi ya da bir aile kurması neredeyse imkansız hale gelmiştir. Evliliğin maddi maliyeti 1 milyondan aşağı düşmemişken, evlilik dışı yaşamın daha ekonomik ve kolay bir çözüm gibi sunulması, toplumsal değerlerin erozyonunu hızlandırmaktadır.

Batı ülkelerinde doğan çocukların %50’sinden fazlası evlilik dışı dünyaya gelmekte ve bu çocuklar, sosyal devlet anlayışı doğrultusunda barınmadan eğitime, sağlık hizmetlerinden ekonomik yardımlara kadar birçok yönden desteklenmektedir. Ancak bu sistemler, yalnızca bireysel haklar temelinde değil, toplumun genel refahını gözeten bir yapı içinde çalışmaktadır. Aynı zamanda, bu desteklerin toplumun aile yapısına etkileri de tartışılmakta ve farklı ülkelerde değişen sonuçlar gözlemlenmektedir. Oysa bizim ülkemizde devlet, mevcut nüfusu bile umutlandıracak bir politika yürütmekten acizken, gelecek nesillere dair umut verici bir tablo çizmekten çok uzaktadır. Sokaklara terk edilen, köprü altlarında yaşayan, bankamatik önlerinde dilenen, ya da hastane acillerine mahkum olan bir neslin sorumluluğunu kim üstlenecektir? Bu kâbus senaryosunu görmek için felaket tellallığına gerek yok; bu, mevcut politikaların kaçınılmaz sonucudur.

İki Yıldır Sözde Verilen Evlilik Kredisi

Son iki yılda, çiftlere evlilik kredisi verileceği defalarca duyurulmuş, ancak bu kredilerin hangi koşullarla ve nereden alınacağı konusunda herhangi bir netlik sağlanmamıştır. Her gün insanlar çeşitli kanallardan bilgi almaya çalışmış, ancak yanıt bulamamıştır. Bu kadar temel bir konuda bile şeffaflık sağlanamamışken, gençlerden aile kurmalarını beklemek haksızlık değil midir?

Gençlerin Umutlarının Tüketilmesi

Gençlerin önüne sunulan şartlar, ne ekonomik ne de psikolojik olarak gelecek vaad etmektedir. Düşük gelir seviyeleri, artan işsizlik oranları ve sürekli yükselen yaşam maliyetleri, gençlerin evlilik ve aile kurma hayallerini adeta birer ulaşılmaz hedef haline getirmiştir. Bunun yanı sıra, sürekli değişen sosyal normlar ve toplumsal baskılar da bireylerin kendilerini güvende hissetmelerini zorlaştırmakta, psikolojik olarak onları geleceğe dair umutlu olmaktan alıkoymaktadır. İnsanlar neden evlensin ki? Maddi imkansızlıklar içinde, bireyler, hayatlarını idame ettirmekten öte bir aile sorumluluğu üstlenmeyi göze alamaz hale gelmiştir. Bu durumda gençler, kendi hayallerini, umutlarını ve gelecek beklentilerini yitirmiş, adeta karanlığa mahkum edilmişlerdir. “En büyük katliam umutları öldürmektir” sözü, bugünün gerçekliğini çarpıcı bir şekilde özetlemektedir.

Çözüm Önerileri

  1. Ekonomik Koşulların İyileştirilmesi: Asgari ücret ile temel yaşam masrafları karşılanamazken, gençlerden aile kurmalarını beklemek hayalciliktir. Ekonomik reformlarla, kiraların ve temel yaşam maliyetlerinin düşürülmesi gerekir.

  2. Gerçekçi Aile Destek Politikaları: Sadece çocuk başına prim vermek yerine, ailelerin uzun vadeli ekonomik istikrarını sağlayacak sosyal yardım programları uygulanmalıdır.

  3. Evlilik Kredisi ve Teşvikleri: Evlilik kredisi sistemi şeffaf ve erişilebilir hale getirilmelidir. Prosedürler net bir şekilde tanımlanmalı ve uygulamaya geçirilmelidir.

  4. Aile Değerlerinin Korunması: Televizyon programlarında aile yapısına zarar veren içerikler yerine, toplumsal değerleri öne çıkaran yapımlar desteklenmelidir.

  5. Gençlere Umut Aşılamak: Gençlere sadece maddi destek değil, aynı zamanda manevi destek de verilmelidir. Onların geleceğe dair umut besleyebilecekleri bir ortam yaratılmalıdır.

Toplumun temel direği olan aile, hem ekonomik hem de manevi açıdan desteklenmeden, mevcut yıkım sürecinden kurtarılamaz. Aile yapısını onarmak adına yalnızca "Aile Yılı" gibi sembolik adımlarla yetinmek yerine, somut ve uzun vadeli politikalar benimsenmelidir. İlgili tüm taraflar, gençlerin umudunu yeniden canlandıracak ekonomik ve sosyal çözümler üretmeli, aile bağlarını güçlendirecek kapsamlı reformlar gerçekleştirmelidir. Ancak bu şekilde, toplumun geleceği için sağlam bir temel inşa edilebilir.

Erol Kekeç/16.01.2025/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KÜRESEL KÜLTÜR VE” Z” NESLİ

Küresel kültürün, ulusal ve bölgesel kültürleri yuttuğu dönemi yaşamaktayız. Bu gücün etkisini hissettirdiği dönemin bu günler olması, sadece bu dönemle sınırlı bir geçmişinin olduğu anlamına gelmesin…Küresel kültür Modernizmle baskın olmaya başlayan ama dijital çağla zirveye oturmuş bir yapıdır. Küresel kültür, ulusal milli devletler içinde kendisini temsil eden ve kendi genlerini taşıyan yeni kültür biçimleri oluşturmasına rağmen, bu külttürler ne yazık ki, ulusların kendi kültürü gibi sahiplenilmiş ve sindirilmesi de o oranda kolay olmuştur. Dünya son 50 yılda küresel bir köye dönüştü ve bu köyün de eli sopalı bir çobanı ortaya çıktı. Bu çobanın görevi, patronlarının kendisine verdiği görevi en iyi şekilde yerine getirme üzerine kuruludur. Çoban Küresel emperyalizmi temsilen dünyanın her köşesine giderken kendi meşruiyetini kendisi onaylayarak hareket eder. Başkalarının onun oralarda olmasının meşruiyetini sorgulaması hiç de önemli değildir. Yani küresel emperyalizm tam bir kültü...

Tüketiyorum öyleyse varım

Tüketici tutumları üzerinde manipülasyonlar gerçekleştirmenin en önemli aracı da, yeni gösterge sistemleri ve imajlar yaratma işlevini yerine getiren reklamcılık faaliyetleri olmuştur. Reklamcılık etkinlikleri böylece, bir kitle iletişimi biçimi olarak içinde ideoloji barındırır bir hal almıştır. Söz konusu manipülasyonunu gerçekleştirme açısından reklamcılık etkinliklerinin temelinde yatan duygu, kişinin kendini gerçekleştirmesi noktasında tüketimin gerekliliğine dair yarattığı duygudur. Descartes’in ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ önermesinin tüketime çevrimi o lan ‘Tüketiyorum öyleyse varım’ sözü bu anlamda, tüketim etkinliklerinin reklamcılığa bağlı temelini ifade eden bir cümledir. İfade, tüketim toplumunun bir ferdi olan bireyin varoluş kaynağı olarak gördüğü eylemi gösteren bir çıkarsamadır. Nesnelere sahibiyet temeline dayalı bir yaklaşımı ifade eden bu önerme, ‘insanlar tarafından saygı duyulan, kabul edilen bir birey olmak istiyorsan tüket’ der. Tüketici davranışları konusunda ya...

Senin ayağına paspas yaptığını kimse vitrinine örtü yapmaz

  … Ben çocukken mahallemizde bir çocuk vardı. Adı Sinan. Ailesi hiç ilgilenmez, değer vermezdi. Çocuğun doğru düzgün ne saçını kestirirlerdi ne çocuğa banyo yaptırırlardı ne temiz kıyafet giydirirlerdi. Annesi hep rezil ederdi bizim yanımızda. Çocuğa sürekli lakaplar takardı. Sümüklü Sinan, titrek Sinan, uluk Sinan… Sinan’a sinirlenince yanımızda söverdi, çocuğu döverdi. Çok üzülürdüm Sinan’ın bu hâline. Sinan çok haylaz bir çocuktu. Bütün mahalle tanırdı onu. Kime zarar verse annesi veya babası gelir Sinan’a bağırır, çağırırdı. Hatta vurduklarına bile şahit olurdum. Çünkü Sinan’a ailesi bile değer vermiyordu. O yüzden herkes çok acımasız davranabiliyordu. Çünkü Sinan’ın etiketi şuydu: “AİLESİ İÇİN DEĞERSİZ!” Bir de Can vardı. Annesi Can ile ilgili her şeye çok dikkat ederdi. Can her zaman temiz bir çocuktu. Tırnakları hiç uzun ve kirli olmazdı. Kıyafetleri hep temizdi. Annesi hep onu yanımızda “Yakışıklı oğlum, tatlı oğlum.” diye severdi. Can yaramazlık bile yapsa annesi Can’ı ya...