Ana içeriğe atla

Kendinle Barışmanın Yolculuğu

Kendimle barışık olmakta güçlük çekiyorum. Sürekli olarak kendi hatalarımı düşünüyor ve kendimi eleştiriyorum. Kendimle ilgili olumsuz düşüncelerle boğuşmak beni yoruyor ve mutsuz ediyor.

Kendi iç dünyamızla uyum içinde yaşamak, bazen yaşamın en zorlu mücadelelerinden biri haline gelebilir. Özellikle hatalarımıza odaklandığımızda, eleştirilerin ağırlığı altında ezildiğimizde, bu yolculuk daha da karmaşık bir hal alır. Ancak, kendimizle barışmak mümkün ve gereklidir. 

Kendinle barışmanın temelinde, hatalarını kabul etmek yatar. İnsan olmanın doğası gereği hatalar kaçınılmazdır. Ancak, bu hataları sürekli düşünmek ve kendini yargılamak yalnızca içsel huzurunu baltalar. Hatalarını birer öğretmen olarak görmek, onları bir yük yerine bir fırsat olarak değerlendirmek daha sağlıklı bir bakış açısı sunar.

Kendine şunu söylemeyi alışkanlık haline getir: “Hatalarım benim parçam, ama beni tanımlamıyorlar. Onlar sayesinde büyüyor ve öğreniyorum.”

Şefkat, yalnızca başkalarına değil, kendine de göstermen gereken bir erdemdir. Kendini acımasızca eleştirmek yerine, zor zamanlarında kendine bir arkadaş gibi yaklaşmayı dene. Bu, “kendini sevmek” kavramının ötesine geçer; burada mesele, hatalarını anlayışla karşılamak ve kendine iyileşme şansı vermektir.

Şefkatli olmak için:

  1. Kendine nazik bir dil kullan.
  2. Hatalarına karşı anlayışlı ol.
  3. Başarılarını ve güçlü yönlerini görmezden gelme.

Kendi eleştirilerinle boğuşurken, zihnindeki negatif sesler genellikle en güçlü düşmanın olur. Ancak bu sesleri tamamen susturmaya çalışmak yerine, onlarla sağlıklı bir ilişki kurmayı öğrenebilirsin. Düşüncelerini sorgula: “Bu gerçekten doğru mu? Yoksa sadece varsayımlardan mı ibaret?” Kendine alternatif, pozitif bir bakış açısı geliştirmek, zihinsel huzurun kapılarını aralayacaktır.

Kendini anlamak zaman alır. İçsel dünyanı keşfetmek ve yaralarını şifalandırmak bir gecede olacak bir şey değildir. Bu süreçte sabırlı olmalı ve kendine zaman tanımalısın. Hızlı bir şekilde sonuç beklemek yerine, bu yolculuğun bir parçası olduğunu kabul etmek önemlidir.

Bir defter tutarak düşüncelerini yazıya dökebilir, içsel dünyanı daha iyi anlamaya başlayabilirsin. Günlük tutmak, kendi duygularına ayna tutmanın en etkili yollarından biridir.

Kendine olan güven, yaşamın her alanında daha sağlam adımlar atmana olanak tanır. Güven, doğuştan gelen bir his değildir; zamanla inşa edilir. Bunu başarmak için küçük başarılarına odaklan ve kendine hatırlat: “Ben bunun üstesinden gelebilirim.”

Kendine saygı duymak, kendinle barışmanın en önemli unsurlarından biridir. Değerinin yalnızca yaptıklarınla değil, varlığınla ölçüldüğünü hatırla. Kimse mükemmel değildir, ancak herkes biriciktir. Kendi özelliklerini ve yeteneklerini keşfetmek için zaman ayır.

Bir egzersiz olarak, her gün kendinle ilgili beğendiğin üç şeyi yaz. Bu, kendine olan bakışını olumlu yönde şekillendirebilir.

Kendinle barışmanın özü, kendi içsel yolculuğunda kendine bir dost olmayı öğrenmektir. Zor anlarında kendine destek ver, cesaretlendir ve hatırlat: “Bu da geçecek.” Kendinle dost olmayı başardığında, dış dünyanın seni yıpratma gücü azalacaktır.

Unutma, kendinle barışmak bir hedef değil, bir yolculuktur. Bu süreçte bazen tökezleyebilir, bazen de ileri adımlar atabilirsin. Önemli olan, her zaman ilerlemeye devam etmektir. Kendini yargılamak yerine, her bir deneyimi bir öğrenme fırsatı olarak gör ve yolculuğun tadını çıkar.

Bahadır Hataylı/Kasım-2024/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...

Kadın Aile ve Modern Çağın Yalanı

  Bir Toplumsal Yarayı Ameliyat Masasına Yatırmak, Modern toplumun son 40 yılında yaşanan en büyük kırılma, sanıldığının aksine teknolojik dönüşüm değil; kadının rolünün anlamının kaydırılması , anneliğin ikincilleştirilmesi , ailenin merkezinin zayıflatılması ve bunun “özgürlük” adı altında yapılmasıdır. Bugün dünyada –ve özellikle bizim ülkemizde– toplumun temelinde sessiz ama derin bir çöküş yaşanıyor. Ekonomik krizler, kültürel gerilimler, kimlik çatışmaları, kuşaklar arası kopmalar bunların görünen yüzü… Asıl büyük kırılma; insanın evini, kadınlığın anlamını, anneliğin değerini ve aile kurumunun köklerini kaybetmesidir. Ve bu kırılmanın merkezinde bir gerçek var; Kadının en kutsal görevi anneliktir. Bu cümleyi duyan bazıları hemen önyargıyla “kadını eve hapsediyorsunuz” diye saldırıyor. Ancak sorun tam da burada başlıyor: Modern çağ kullandığı kavramların anlamını çarpıtarak insanı kendine yabancılaştırıyor. Annelik ; bir “evde kalma zorunluluğu” değil, bir değerin...