Ana içeriğe atla

Karanlıktan Aydınlığa-Kendine Güvenin Yolculuğu

 


Herkesin içinde yalnız hissettiğim birçok an var. Kalabalıklar arasında bile, içimdeki boşluğu dolduramıyorum. Arkadaşlarım var gibi görünüyor ama gerçekte yalnızım. Bu his, zaman zaman beni boğuyor.

Yalnızlık hissiyle boğuşmak, insanın iç dünyasında derin yaralar açabilen bir duygudur. Herkesin içinde, bir şekilde, yalnızlık hissettiği anlar olabilir. Ancak, bu his bazen o kadar baskıcı olur ki, insanı adeta boğar.

Kalabalıklar arasında olmak, dışarıdan bakıldığında insanın yalnız olmadığı izlenimini verir. Ancak, içeride, ruhun derinliklerinde, bir boşluk hissiyle doludur. Arkadaşlarla çevrili olmak, günlük aktivitelerle meşgul olmak, sosyal etkinliklere katılmak gibi görünen şeyler, gerçekte bu yalnızlık hissini dindiremez.

Bu yalnızlık hissi, zaman zaman insanı adeta boğar. Göğsünüzde ağırlık hissedersiniz, nefes almakta zorlanırsınız. O anlarda, çevrenizdeki her şey donuklaşır, renkler soluklaşır, sesler uzaklaşır. İçinizdeki boşluk, sizi tüketir.

Arkadaşlarınızla birlikte olduğunuzda bile, bir yabancı gibi hissedersiniz. Onlarla konuşur, gülüşür, paylaşımlar yaparsınız ama içsel bir bağ kuramazsınız. Sanki bir camın arkasındasınız ve dışarıdaki dünyayı izliyorsunuz.

Bu yalnızlık hissi, zamanla insanın içini kemirir. Kendinizi anlaşılmadığınızı, kabul edilmediğinizi düşünürsünüz. İnsanların sizi anlamadığını, duygularınızı ve düşüncelerinizi paylaşamadığınızı hissedersiniz. Bu da yalnızlık duygusunu daha da derinleştirir.

Yalnızlık hissiyle boğuşmak, günlük yaşamı etkiler. Motivasyonunuz azalır, enerjiniz düşer, kendinizi yorgun hissedersiniz. Sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınırsınız, insanlardan uzaklaşırsınız. Kendinizi eve kapatırsınız, içe kapanırsınız.

Ancak, bu yalnızlık hissi sadece fiziksel olarak yalnızlıkta olmanızla ilgili değildir. Ruhsal bir yalnızlık da yaşanabilir. İnsanlar arasında olmanıza rağmen, içsel bir boşluk hissedersiniz. Dışarıdan bakıldığında mutlu ve başarılı görünebilirsiniz ama içsel dünyanızda yıkılmış bir şehir gibi hissedersiniz.

Bu yalnızlık hissi, genellikle içsel bir boşluktan kaynaklanır. Belki geçmiş travmalar, hayal kırıklıkları, ilişki problemleri veya başka nedenlerle ruhunuzda derin yaralar açılmıştır. Bu yaralar, zamanla iyileşmeyebilir ve yalnızlık hissi daha da derinleşebilir.

Yalnızlık hissiyle boğuşmak, sadece bireyin değil, toplumun da bir sorunudur. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanlar arası iletişim kolaylaşmış olsa da bu iletişim yalnızlık hissini azaltmamıştır. Aksine, sanal dünyada yaşanan yalnızlık hissi, gerçek dünyadaki yalnızlık hissini artırmıştır.

Ancak, yalnızlık hissiyle başa çıkmak mümkündür. İlk adım, bu hissi kabul etmektir. Kendinizi yalnız hissetmenizin nedenlerini ve kökenlerini anlamaya çalışın. Geçmişte yaşadığınız travmaları, ilişki problemlerini veya diğer sorunları ele alın.

Sonra, kendinize destek arayın. Ailenizden, arkadaşlarınızdan veya profesyonel yardım alabileceğiniz birinden destek isteyin. İçsel dünyanızla yüzleşmek ve duygularınızı ifade etmek için bir terapistten yardım alabilirsiniz.

Duygularınızı ifade etmek ve paylaşmak da önemlidir. İçinizde biriken duyguları dışarıya çıkarın, yazın, çizin, müzik yapın. Kendinizi ifade etmenin farklı yollarını keşfedin ve duygularınızı ifade edin.

 

Kendinize iyi bakın ve kendinizi sevin. Kendinizi değerli ve önemli hissetmeye odaklanın. Kendinize zaman ayırın, hobilerinize zaman ayırın, kendinizi geliştirin. İçsel dünyanızı besleyin ve ruhunuzu iyileştirin.

Ve en önemlisi, sabırlı olun. Yalnızlık hissiyle başa çıkmak zaman alabilir ve sabır gerektirir. Kendinize zaman tanıyın ve kendinize karşı nazik olun. İyileşme sürecinin bir parçası olarak kendinizi kabul edin ve sevin.

Yalnızlık hissiyle boğuşmak zor olabilir, ancak üstesinden gelmek mümkündür. Kendinize inanın ve kendinizi sevin. Işığın sonunda bir umut var ve bu yalnızlık hissi geçecektir. Kendinizi sevin ve hayatın tadını çıkarın.

Erol Kekeç/2024/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...

Kadın Aile ve Modern Çağın Yalanı

  Bir Toplumsal Yarayı Ameliyat Masasına Yatırmak, Modern toplumun son 40 yılında yaşanan en büyük kırılma, sanıldığının aksine teknolojik dönüşüm değil; kadının rolünün anlamının kaydırılması , anneliğin ikincilleştirilmesi , ailenin merkezinin zayıflatılması ve bunun “özgürlük” adı altında yapılmasıdır. Bugün dünyada –ve özellikle bizim ülkemizde– toplumun temelinde sessiz ama derin bir çöküş yaşanıyor. Ekonomik krizler, kültürel gerilimler, kimlik çatışmaları, kuşaklar arası kopmalar bunların görünen yüzü… Asıl büyük kırılma; insanın evini, kadınlığın anlamını, anneliğin değerini ve aile kurumunun köklerini kaybetmesidir. Ve bu kırılmanın merkezinde bir gerçek var; Kadının en kutsal görevi anneliktir. Bu cümleyi duyan bazıları hemen önyargıyla “kadını eve hapsediyorsunuz” diye saldırıyor. Ancak sorun tam da burada başlıyor: Modern çağ kullandığı kavramların anlamını çarpıtarak insanı kendine yabancılaştırıyor. Annelik ; bir “evde kalma zorunluluğu” değil, bir değerin...