Ana içeriğe atla

NEREDE YANLIŞ YAPMADIK?



Hayatımızı doğru anlamanın yolu doğru tespitler yapmaktan geçer. Doğru tespitler yapabilmek için öncelikle kendimizle ilgili bizim tarafımızdan bilindiğini sandığımız ama tamamıyla bilinmeyenler üzerine kurulu yaşam denklemimizi bilinenlerden yola çıkarak çözümlemek zorundayız.
Biz hayatımızla ve yaptıklarımızla ilgili bir kritik yapmak istediğimiz zaman öncelikle acaba nerede yanlış yaptık diyerek başlarız işe, oysa soruyu tersinden sorsak daha farklı bir bakış açısına sahip olacağımız muhakkaktır. Nerede yanlış yaptık diyerek başlamak yaptıklarımızdan tatmin olma halidir, âmâ biz nerede yanlış yapmadık demek ise, kendimizle alakalı çok ciddi ve revize edilmesi gereken bir adım atıyoruz demektir. Biz nerede yanlış yapmadık diye düşünmek yeni bir bakış, algı ve yeni bir dünya için kendimizi hazırlıklı kuruluma getirmektir. Hazırlıklı kuruluma gelen insanlar korkusuzca hayatlarında doğru olduğuna ve olmadığına inandığı tüm değer sistemlerinin kritiğini yapmaktan asla tereddüt etmez. Çünkü onların korumaları gereken o ana kadar sahip olduklarını kollamak ve onları her şartta korumaya almak değildir. Onlar sadece ve sadece insanın mutluluğu huzuru ve yaşamda karşılığı olacak, herkes için faydalı olan birikimleri yakalamak ve tüm insanlık için ufka bir yolculuk yaptırmak için çaba ve gayret sarf ederler.
Hakikati, hakikatin sahibinden geldiği gibi anlamak ve yaşamak isteyenlerin hayatı, elde ettikleri ile tatmin olmadan, duraksız bir yolculukla geçer. İşte bu kafa ve yürek ikliminden gelen hava sirkülasyonu içinde olan beyinler öncelikle kendisi ile başlar işe…Kendisi ile başlamayanlar, daima biz nerede yanlış yaptık diye kendilerini avutmaya devam ederler. Çünkü bu kafa yapısına sahip olanlar yaptığı işlerin kendisinden kaynaklanan boyutlarında hep doğru sonuçların olduğuna inanır, âmâ yanlışlar varsa onun da sebepleri kendi dışındadır. Nerede yanlış yaptık diyen bir varlık kendi dışında yanlışların sebeplerini aramaya devam ettiği sürece ne kendi kritiğini yapabilecek ne de varılmak istenen hedefe varma imkânı olacaktır.
Hakikatin sahibi yaşam alanlarındaki hakikat cetvelini herkesin anlayacağı ve üzerinde düşüneceği şekilde apaçık ortaya koymasına rağmen, bizler yaşamlarımızı o cetvelden bağımsız düşleriz, ondan sonra sorunlarla karşılaştığımızda acaba nerede yanlış yaptık diye o cetvele müracaat eder ölçmek isteriz. Oysa o cetvelden bağımsız düşünülen ve yapılan her eylem sahibine iade edilmesi gereken yanlışlar ve tutarsızlıklarla dolu olduğunu bilmeyiz. Bu kısa açıklamalardan sonra meselemizin özüne dönecek olursak, gençlikle ilgili yapılan ve hala devam ettirilen çalışmaların böyle bir paradoks içinde olduğunu görerek ve bir an evvel gerekli ihtimamı göstererek tavıra dönüştürmek zorundayız.
Tavır alamadığımız ve sürekli onunla boğuştuğumuz bir yaşamdan yeni bir kıvılcım bekleme hakkımız yoktur ve asla da olmayacaktır. Kanaat ve tavırlarımızın birbirini desteklemediği yaşamın getirisi sürekli tekrarlanarak karanlıkları aktarma şeklinde devam eder. Öncelikle geçmişten günümüze yapılmakta olan gençlik çalışmalarının içeriği kapsamı ve hedefi neydi nereye gelindi ve gelmek istemediğimiz yaşamla ne kadar iç içe oldu, bunları araştırıp bunlar hakkında bir kanaat sahibi olduktan sonra tavrımızı herhangi bir endişe duymadan ortaya koymak zorundayız. Tavırlarımızı oluşturacak kanaatlerimizin oluşmasını sağlayan, araştırma ve gözlemler doğru olmalıdır. Doğru ve tutarlı araştırma sonuçları ortada yoksa kendi beklentilerimizi bir bilimsel gerçek gibi kabullenip onlardan yola çıkıldığı zaman dönüşü olmayan ve karmaşıklaştıkça daha bir içinden çıkılmaz hal alan bir yaşamın bizleri karşılayacağını unutmayalım.
Gençlik, herksin tutmak için çırpındığı sudaki bir balık olarak görülmemelidir. Böyle görülüyor ki, her konuşan, gençliğin ıslak elden kayıp sularda kaybolduğunu anlatıp duruyor ve onları nasıl elde tutarız diye formüller oluşturmaya çalışıyor. Bu algı ve düşünce travması hiçbir sorununu çözemeyeceği gibi sorunların ne olduğunu anlayıp onun kaynağına inecek beyin enerjisinden de yoksundur.
Başta sorduğum soruyu yeniden ele aldığımızda nerede yanlış yapıyoruz mırıldanmalarının kapsam alanından çıkmamız gerekiyor. Gençlik gökyüzündeki yağmur yüklü bulutlar gibi olduğu bilinmeli ve o bulutların nereye ne zaman, yağmur yağdıracağının koşulları da bellidir. Bu koşulları kimsenin ne öne almaya ne de o bulutlardaki suyun yağmasını geciktirmeye gücü yeter, bulutların yağmur olarak yeryüzüne yağması ve tüm canlıların ondan faydalanmasının koşulu bir kader yani ölçü iledir. O ölçüyü değiştirmek veya onunla oynamak kendi yaptığımız bombalarla onları yağdırmak istemek sadece ekini ve nesli yok etmek olacağı bilinmelidir. Bize düşen görev, yağmurun yağmasını geciktirecek ve suların buharlaşıp gökyüzüne bulut olarak çıkmasını engelleyen doğa koşullarını tahrip etmekten vazgeçip yağmurun oluşması için onu doğasıyla baş başa bırakmaktır. Yağmur sonrasında yağmurun etrafa zarar vermemesi ve sel baskınlarına yol açmaması gereken ortamları düzenlemek ve gerekli önlemleri almaktır. Bunları yapmaktan aciz bizler kalkıp acaba yağmur yağarsa ya da ummadığımız hazırlıksız olduğumuz anda yağarsa, o zaman ne yapalım gelin bunları şimdiden kontrolümüze alalım diye çırpınmamız sadece kendimizi helak edecektir. Kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak bu olsa gerek diye düşünüyorum. Gençlik hakkında oluşturduğumuz tutarsız ve geçerliliği kalmamış raf ömrünü tamamlamış miadı dolmuş masallarımızı bir tarafa bırakıp yeniden kendimizle barışalım ve gençliğin ne olduğunu değil, kendi durduğumuz yerin hakikaten yağacak yağmurdan ne kadar faydalanabileceğini konuşalım.
Kendisiyle barışık bir toplumda her şey bir ölçüye göre oluşur ve kimse bu ölçünün kaderini değiştiremez. Batının batan gemisinde taşıdığı yaşam tortuları bugün küresel bir etkileme gücüne sahipse, bunun nedenlerinin ne olduğunu ve hangi özelliğinden dolayı albenisinin yüksek ve cazip olduğunu anlamadan sorunlarımızı da anlamakta zorlanacağız. Yani diyeceğim odur ki, öncelikle kendimize sormamız gereken soru hakikaten  biz nerede yanlış yapmadık olsun…Bu soruyla zihnimizi ve beynimizi yeniden çalıştırıp yürek çakralarımızı açtığımızda hakikatle yüzleşeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın…Benim naçizane bakışım yeniden doğmak ve küresel bir havanın içinde herkesin koklamak istediği bir koku olmak istiyorsak, kendimizle yüzleşmekten ve hakikat dışında kalan tüm yanlarımıza çok ciddi bir operasyon gerçekleştirmemiz kaçınılmazdır.O gün geldiğinde göreceğiz ki Güneş yeniden doğacak ve dünün bugün olmadığını göreceğiz ve her günün yeni bir hayat taşıdığını anlamış olacağız.O günlerde yaşıyor olmanın mutluluğuyla hep beraber kucaklaşmak için kollarımızı 180 derece açalım mı, ne dersiniz?
24.01.2020
Erol KEKEÇ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...