Hayatımızı doğru anlamanın yolu doğru tespitler yapmaktan geçer.
Doğru tespitler yapabilmek için öncelikle kendimizle ilgili bizim tarafımızdan
bilindiğini sandığımız ama tamamıyla bilinmeyenler üzerine kurulu yaşam
denklemimizi bilinenlerden yola çıkarak çözümlemek zorundayız.
Biz hayatımızla ve yaptıklarımızla ilgili bir kritik yapmak
istediğimiz zaman öncelikle acaba nerede yanlış yaptık diyerek başlarız işe,
oysa soruyu tersinden sorsak daha farklı bir bakış açısına sahip olacağımız
muhakkaktır. Nerede yanlış yaptık diyerek başlamak yaptıklarımızdan tatmin olma
halidir, âmâ biz nerede yanlış yapmadık demek ise, kendimizle alakalı çok ciddi
ve revize edilmesi gereken bir adım atıyoruz demektir. Biz nerede yanlış
yapmadık diye düşünmek yeni bir bakış, algı ve yeni bir dünya için kendimizi
hazırlıklı kuruluma getirmektir. Hazırlıklı kuruluma gelen insanlar korkusuzca
hayatlarında doğru olduğuna ve olmadığına inandığı tüm değer sistemlerinin
kritiğini yapmaktan asla tereddüt etmez. Çünkü onların korumaları gereken o ana
kadar sahip olduklarını kollamak ve onları her şartta korumaya almak değildir.
Onlar sadece ve sadece insanın mutluluğu huzuru ve yaşamda karşılığı olacak,
herkes için faydalı olan birikimleri yakalamak ve tüm insanlık için ufka bir
yolculuk yaptırmak için çaba ve gayret sarf ederler.
Hakikati, hakikatin sahibinden geldiği gibi anlamak ve
yaşamak isteyenlerin hayatı, elde ettikleri ile tatmin olmadan, duraksız bir
yolculukla geçer. İşte bu kafa ve yürek ikliminden gelen hava sirkülasyonu
içinde olan beyinler öncelikle kendisi ile başlar işe…Kendisi ile
başlamayanlar, daima biz nerede yanlış yaptık diye kendilerini avutmaya devam
ederler. Çünkü bu kafa yapısına sahip olanlar yaptığı işlerin kendisinden
kaynaklanan boyutlarında hep doğru sonuçların olduğuna inanır, âmâ yanlışlar
varsa onun da sebepleri kendi dışındadır. Nerede yanlış yaptık diyen bir varlık
kendi dışında yanlışların sebeplerini aramaya devam ettiği sürece ne kendi
kritiğini yapabilecek ne de varılmak istenen hedefe varma imkânı olacaktır.
Hakikatin sahibi yaşam alanlarındaki hakikat cetvelini
herkesin anlayacağı ve üzerinde düşüneceği şekilde apaçık ortaya koymasına
rağmen, bizler yaşamlarımızı o cetvelden bağımsız düşleriz, ondan sonra
sorunlarla karşılaştığımızda acaba nerede yanlış yaptık diye o cetvele müracaat
eder ölçmek isteriz. Oysa o cetvelden bağımsız düşünülen ve yapılan her eylem
sahibine iade edilmesi gereken yanlışlar ve tutarsızlıklarla dolu olduğunu bilmeyiz.
Bu kısa açıklamalardan sonra meselemizin özüne dönecek olursak, gençlikle
ilgili yapılan ve hala devam ettirilen çalışmaların böyle bir paradoks içinde
olduğunu görerek ve bir an evvel gerekli ihtimamı göstererek tavıra dönüştürmek
zorundayız.
Tavır alamadığımız ve sürekli onunla boğuştuğumuz bir
yaşamdan yeni bir kıvılcım bekleme hakkımız yoktur ve asla da olmayacaktır.
Kanaat ve tavırlarımızın birbirini desteklemediği yaşamın getirisi sürekli
tekrarlanarak karanlıkları aktarma şeklinde devam eder. Öncelikle geçmişten
günümüze yapılmakta olan gençlik çalışmalarının içeriği kapsamı ve hedefi neydi
nereye gelindi ve gelmek istemediğimiz yaşamla ne kadar iç içe oldu, bunları
araştırıp bunlar hakkında bir kanaat sahibi olduktan sonra tavrımızı herhangi
bir endişe duymadan ortaya koymak zorundayız. Tavırlarımızı oluşturacak
kanaatlerimizin oluşmasını sağlayan, araştırma ve gözlemler doğru olmalıdır.
Doğru ve tutarlı araştırma sonuçları ortada yoksa kendi beklentilerimizi bir
bilimsel gerçek gibi kabullenip onlardan yola çıkıldığı zaman dönüşü olmayan ve
karmaşıklaştıkça daha bir içinden çıkılmaz hal alan bir yaşamın bizleri
karşılayacağını unutmayalım.
Gençlik, herksin tutmak için çırpındığı sudaki bir balık
olarak görülmemelidir. Böyle görülüyor ki, her konuşan, gençliğin ıslak elden
kayıp sularda kaybolduğunu anlatıp duruyor ve onları nasıl elde tutarız diye
formüller oluşturmaya çalışıyor. Bu algı ve düşünce travması hiçbir sorununu
çözemeyeceği gibi sorunların ne olduğunu anlayıp onun kaynağına inecek beyin
enerjisinden de yoksundur.
Başta sorduğum soruyu yeniden ele aldığımızda nerede yanlış
yapıyoruz mırıldanmalarının kapsam alanından çıkmamız gerekiyor. Gençlik
gökyüzündeki yağmur yüklü bulutlar gibi olduğu bilinmeli ve o bulutların nereye
ne zaman, yağmur yağdıracağının koşulları da bellidir. Bu koşulları kimsenin ne
öne almaya ne de o bulutlardaki suyun yağmasını geciktirmeye gücü yeter,
bulutların yağmur olarak yeryüzüne yağması ve tüm canlıların ondan faydalanmasının
koşulu bir kader yani ölçü iledir. O ölçüyü değiştirmek veya onunla oynamak
kendi yaptığımız bombalarla onları yağdırmak istemek sadece ekini ve nesli yok
etmek olacağı bilinmelidir. Bize düşen görev, yağmurun yağmasını geciktirecek
ve suların buharlaşıp gökyüzüne bulut olarak çıkmasını engelleyen doğa
koşullarını tahrip etmekten vazgeçip yağmurun oluşması için onu doğasıyla baş
başa bırakmaktır. Yağmur sonrasında yağmurun etrafa zarar vermemesi ve sel
baskınlarına yol açmaması gereken ortamları düzenlemek ve gerekli önlemleri
almaktır. Bunları yapmaktan aciz bizler kalkıp acaba yağmur yağarsa ya da
ummadığımız hazırlıksız olduğumuz anda yağarsa, o zaman ne yapalım gelin
bunları şimdiden kontrolümüze alalım diye çırpınmamız sadece kendimizi helak
edecektir. Kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak bu olsa gerek diye
düşünüyorum. Gençlik hakkında oluşturduğumuz tutarsız ve geçerliliği kalmamış
raf ömrünü tamamlamış miadı dolmuş masallarımızı bir tarafa bırakıp yeniden
kendimizle barışalım ve gençliğin ne olduğunu değil, kendi durduğumuz yerin
hakikaten yağacak yağmurdan ne kadar faydalanabileceğini konuşalım.
Kendisiyle barışık bir toplumda her şey bir ölçüye göre
oluşur ve kimse bu ölçünün kaderini değiştiremez. Batının batan gemisinde
taşıdığı yaşam tortuları bugün küresel bir etkileme gücüne sahipse, bunun
nedenlerinin ne olduğunu ve hangi özelliğinden dolayı albenisinin yüksek ve
cazip olduğunu anlamadan sorunlarımızı da anlamakta zorlanacağız. Yani
diyeceğim odur ki, öncelikle kendimize sormamız gereken soru hakikaten biz nerede yanlış yapmadık olsun…Bu soruyla
zihnimizi ve beynimizi yeniden çalıştırıp yürek çakralarımızı açtığımızda
hakikatle yüzleşeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın…Benim naçizane bakışım
yeniden doğmak ve küresel bir havanın içinde herkesin koklamak istediği bir
koku olmak istiyorsak, kendimizle yüzleşmekten ve hakikat dışında kalan tüm
yanlarımıza çok ciddi bir operasyon gerçekleştirmemiz kaçınılmazdır.O gün
geldiğinde göreceğiz ki Güneş yeniden doğacak ve dünün bugün olmadığını
göreceğiz ve her günün yeni bir hayat taşıdığını anlamış olacağız.O günlerde
yaşıyor olmanın mutluluğuyla hep beraber kucaklaşmak için kollarımızı 180
derece açalım mı, ne dersiniz?
24.01.2020
Erol KEKEÇ
Yorumlar
Yorum Gönder