Ana içeriğe atla

Konuşmak Ve İş Yapmak

Bak kardeşim, seninle bir konuya değinmek istiyorum. Herkesin dilinde dolaşan, ama çoğu kişinin hayata geçirmekte zorlandığı bir mesele var: Konuşmak ve iş yapmak arasındaki fark. Gel, bunu biraz derinlemesine irdeleyelim. Hani birisi durur da, eline bir kablo alır, sonra sana anlatmaya başlar; der ki, "Bu kabloda elektrik var, bak nasıl güzel akıyor, şöyle dokunursan çarpılırsın." Dinlersin, hatta belki başını sallarsın. Ama dikkat et! Fiş o prizde değilse, ne elektrikten faydalanabilirsin, ne de o kablodan bir işe yarar bir sonuç alabilirsin. İşte bol keseden konuşan ama harekete geçmeyen insanlar da tıpkı o fişi prize takmayan adama benzer.

Bak şimdi, hayatın her alanında insanlar konuşur. Biri der ki, "Bir gün şu işi yapacağım, dünya benim yaptıklarımla tanınacak." Başkası çıkar, "Bu sorunları çözmek için harika fikirlerim var," diye övünür. Ama dikkat et; bu insanların çoğu fişi prize takmaz. Yani, fikir güzel, laf tamam da iş nerede? İş yok. Fikirleri eyleme dökemeyenlerin durumu, kendi içinde bir çelişkiden başka bir şey değildir. Çünkü konuşmak kolaydır. Dilin kemiği yok ki yorulasın, değil mi? Ama iş yapmak, bedel ister, gayret ister, cesaret ister.

Bir düşün; bir ustanın elinde bir matkap var, ama matkap fişe takılı değil. Usta, "Bu matkap ne kadar güçlü, şu duvarı delmeye hazır," diye anlatıyor. Ama matkapta güç yok, çünkü fişi prize takmamış. O matkap, sadece bir araçtır; elektriğe bağlanmadığı sürece hiçbir şey yapamaz. Şimdi bu ustanın eline bakan bir çırak düşün. Çırak, ustanın sözlerinden etkilenir, matkabın ne kadar güçlü olduğunu hayal eder. Ama bir türlü fişi prize takmadığını fark etmez. İşte bu çırak da konuşan ama harekete geçmeyen insanların peşinden gidenlere benzer. Onların lafları kulağa hoş gelir, ama sonunda hayal kırıklığıyla sonuçlanır.

Peki neden bu kadar çok insan konuşur ama harekete geçmez? Bunun cevabı basittir: İş yapmak risk almayı gerektirir. Konuşurken hata yapma ihtimalin azdır, ama iş yaparken her an hata yapabilirsin. Ve insanlar, başarısızlıktan korkar. Oysa fişi prize taktığın anda, bir değişim başlatırsın. Elektrik akımı harekete geçer, makine çalışır, iş ortaya çıkar. İşte o anda, hata yapma riskini göze almışsındır. Ama unutma, en büyük başarılar da risk alanların eseridir.

Şimdi, sürekli konuşup harekete geçmeyen birini düşün. Bu kişi, kendi dünyasında büyük hayaller kurar, insanlara o hayalleri anlatır. "Şöyle yapacağız, böyle edeceğiz," der. Ama iş yapmaya gelince, bir türlü adım atmaz. Niye? Çünkü harekete geçmek, konfor alanından çıkmayı gerektirir. Konuşmak güvenlidir, rahattır; kimse senden bir sonuç beklemez. Ama iş yapmak öyle mi? İş yapmak sorumluluk demektir, emek demektir, alın teri dökmek demektir.

Bak, tarihe bir göz atalım. Bütün büyük liderler, bilim insanları, sanatçılar, iş insanları; hepsi önce harekete geçmiş, sonra konuşmuş. Edison mesela, ampulü icat ettiğinde "Bakın, bu ampul nasıl ışık veriyor," diyebildi. Ama önce o ampulü yaptı, fişi prize taktı, ışığı yaktı. Eğer sadece, "Bir gün dünyayı aydınlatacak bir icat yapacağım," deyip otursaydı, bugün onun adını bile bilmezdik. İşte bu yüzden, insanlar önce iş yapmalı, sonra konuşmalı. Yoksa, boş konuşmalarla geçen bir ömürden başka bir şey elde edemezsin.

Bir başka örnek daha verelim: Bir bahçıvan düşün. "Bu toprak harika, buradan muhteşem çiçekler çıkar," diyor. Ama tohum ekmiyor, sulamıyor, toprağı işlemiyor. Ne olur? O bahçeden hiçbir şey çıkmaz. Çünkü toprağın bereketi, bahçıvanın emeğine bağlıdır. İşte insanlar da böyledir. Sözler tohum gibidir, ama eylem su gibidir. Eğer tohumları sulamazsan, ne kadar güzel sözler söylersen söyle, hiçbir şey büyümez.

Şimdi, hayatında başarılı olmuş insanlara bir bak. Hepsinin ortak bir özelliği var: Onlar fişi prize takmış insanlar. Başarılı bir iş insanı düşün. O kişi, "Bir gün büyük bir şirket kuracağım," demekle kalmamış, harekete geçmiş. Yatırım yapmış, risk almış, çalışmış. Ve sonunda başarmış. Başka bir örnek: Bir yazar düşün. O yazar, "Bir gün harika bir kitap yazacağım," deyip oturmaz. Yazmaya başlar, her gün biraz daha ilerler. Belki yüzlerce kez siler, yeniden yazar. Ama sonunda kitabını tamamlar ve okuyucularıyla buluşturur.

Bu yüzden, kardeşim, sen de konuşmalarınla değil, yaptıklarınla tanınmak istiyorsan, fişi prize takmayı öğren. Yani harekete geç. Fikirlerini hayata geçir. Hatalar yapabilirsin, sorun değil. Çünkü hata yapmak da işin bir parçasıdır. Asıl hata, hiçbir şey yapmamaktır. Bak, çevrendeki insanlara bir göz at. Kimler konuşuyor, kimler iş yapıyor? Göreceksin ki, konuşanlar çok, ama iş yapanlar az. Ve asıl başarıyı, o azınlık elde ediyor.

Son olarak, şunu unutma: Hayatta konuşmak ve iş yapmak arasında bir tercih yapmak zorundasın. Eğer sadece konuşmayı seçersen, bir gün gelir, sözlerin anlamını yitirir. Ama iş yapmayı seçersen, sözlerin de işlerin kadar güçlü olur. Ve insanlar seni, yaptıklarınla hatırlar. İşte bu yüzden, fişi prize takmadan elektriğin gücünden faydalanamazsın. Haydi, şimdi kalk ve fişi prize tak. Çünkü asıl başarı, harekete geçmekle başlar.

Erol Kekeç/30.10.2024/Namazgah/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...