Ana içeriğe atla

Küresel Kapitalizmin Demir Kafesi-Toplumsal Değerlerin Erozyonu ve Bireysel Yalnızlaşma



Küresel Kapitalizmin Sağmal İnekleri Olmuş Yaşamlar

Küresel kapitalizm, modern dünyanın ekonomik yapısını belirleyen en önemli güçlerden biridir. Kapitalist sistem, kâr ve rekabet üzerine kuruludur ve bireylerin, toplumların değer yargılarını değiştirme potansiyeline sahiptir. Kapitalist ekonomi, bireysel kazancı ön planda tutar ve bu yaklaşım, yaşamların maddi değerlere bağımlı hale gelmesine neden olur. Kapitalizmde bireyler, üretimin ve tüketimin merkezine yerleştirilir, ancak bu döngü içerisinde duygusal ve manevi yönler göz ardı edilir.

Bu bağlamda, sağmal inek metaforu çok anlamlıdır. Sağmal inekler, sürekli olarak süt sağmak için kullanılan varlıklardır. Onlar, ancak üretken oldukları sürece değerlidir. Kapitalist sistemde de bireyler, üretken oldukları ve tüketim döngüsüne katkıda bulundukları sürece değer kazanırlar. Ancak bu üretkenlik, insanın fiziksel ve zihinsel kaynaklarını tüketir. Sürekli bir performans ve verimlilik baskısı altındaki bireyler, bu döngüde kendilerini kaybederler. Yaşamın anlamı, sadece çalışmak ve tüketmek gibi dar bir perspektife sıkıştırılır.

Toplumlar, tarih boyunca bireylerin değil, toplulukların menfaatlerine dayalı olarak inşa edilmiştir. Aile, komşuluk, dayanışma gibi kavramlar, bireyin değil, toplumun birliğini korumak için geliştirilmiştir. Ancak küresel kapitalizm, bu kavramları da kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmiştir. Bireysel başarıya, maddi kazanıma odaklanan bir sistemde, fedakarlık ve dayanışma kavramları ikinci planda kalır.

Sosyolojik açıdan bakıldığında, fedakarlık, bireylerin kendileri dışındaki insanlar için yapmış oldukları özverilerdir. Kapitalist dünyada fedakarlık, genellikle maddi kazanımlarla ödüllendirilmediği için, bireylerin gözünde bir değer kaybına uğrar. Ancak toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için fedakarlıklar, hayati önem taşır. Sosyolog Emile Durkheim, toplumun kolektif bilinç aracılığıyla ayakta kaldığını savunur. Kolektif bilinç, bireylerin ortak değerler etrafında birleşmesini ve bu değerlere göre hareket etmesini gerektirir. Fedakarlıklar, bu kolektif bilincin bir yansımasıdır. Ancak bireysel menfaatler ön plana çıktığında, bu bilinç zayıflar ve toplum çözülmeye başlar.

Kapitalist sistem, bireylerin birbirleriyle rekabet etmelerini teşvik eder. Rekabet, sistemin temel motorudur ve başarı için bireylerin birbirleriyle yarışması gereklidir. Bu durum, saygı, sevgi ve hoşgörü gibi insani değerlerin aşınmasına neden olabilir. Rekabetin olduğu yerde, dayanışma ve hoşgörü yerine kıskançlık, hırs ve bencillik öne çıkabilir.

Sosyolog Max Weber, modern kapitalist toplumların rasyonelleşme süreci içerisinde duygusal bağların giderek zayıfladığını ifade eder. Weber'in "demir kafes" metaforu, insanların rasyonel ve bürokratik bir yapı içerisinde sıkışıp kaldıklarını ve insani duygulardan uzaklaştıklarını anlatır. Bu demir kafes içerisinde bireyler, birbirleriyle gerçek anlamda bağ kurmak yerine, maddi çıkarlar doğrultusunda ilişki kurarlar. Sevgi, hoşgörü ve paylaşımcı yaklaşımlar, bu demir kafesin içinde sıkışmış kalır.

Ancak toplumlar, bu değerler olmadan ayakta kalamaz. Saygı, sevgi ve hoşgörü, toplumsal yaşamın temel direkleridir. Samimiyet ve biz duygusu, bu değerlerin en saf haliyle yaşandığı alanlardır. Bireyler, toplulukların bir parçası olduklarında anlam bulurlar ve bu anlamı sevgi, saygı ve hoşgörüyle beslerler.

Kapitalizm, bireyselliği ve bireyin bağımsızlığını ön plana çıkarırken, bireyi topluluktan uzaklaştırır. Bireysellik, özgürlükle karıştırılır ve birey, topluma karşı olan sorumluluklarını göz ardı eder. Bu kopukluk, toplumların birlik duygusunu zedeler ve bireyler yalnızlaşır. Modern dünyanın en büyük problemlerinden biri de yalnızlaşma ve yabancılaşmadır. Kapitalizmin bireyi önceleyen yapısı, bireyin kendi topluluğundan kopmasına ve yalnızlaşmasına yol açar.

Karl Marx'a göre, kapitalist sistem, işçi sınıfını yabancılaştırır. İşçiler, üretim sürecinde sadece birer araç haline gelir ve ürettikleri şeyler üzerinde kontrol sahibi olamazlar. Bu da onları, hem üretimden hem de kendi emeklerinden yabancılaştırır. Ancak bu yabancılaşma, sadece işçilerle sınırlı değildir. Tüketim kültürü, bireyleri de birbirlerine yabancılaştırır. Bireyler, birbirlerine sahip oldukları maddi nesneler üzerinden değer biçer hale gelir.

Bu bağlamda, toplumsal değerler ve bireysel menfaatler arasında bir çatışma ortaya çıkar. Toplumun devamlılığı için fedakarlık, dayanışma ve paylaşım gibi değerlere ihtiyaç vardır. Ancak kapitalist sistem, bireyleri bu değerlerden uzaklaştırarak onları sadece kendi menfaatlerini gözeten varlıklar haline getirir. Toplum, bu değerlerin aşınmasıyla birlikte çözülme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Bahadır Hataylı/Ekim-2024/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...