Bir Toplumsal Yarayı Ameliyat Masasına Yatırmak, Modern toplumun son 40 yılında yaşanan en büyük kırılma, sanıldığının aksine teknolojik dönüşüm değil; kadının rolünün anlamının kaydırılması , anneliğin ikincilleştirilmesi , ailenin merkezinin zayıflatılması ve bunun “özgürlük” adı altında yapılmasıdır. Bugün dünyada –ve özellikle bizim ülkemizde– toplumun temelinde sessiz ama derin bir çöküş yaşanıyor. Ekonomik krizler, kültürel gerilimler, kimlik çatışmaları, kuşaklar arası kopmalar bunların görünen yüzü… Asıl büyük kırılma; insanın evini, kadınlığın anlamını, anneliğin değerini ve aile kurumunun köklerini kaybetmesidir. Ve bu kırılmanın merkezinde bir gerçek var; Kadının en kutsal görevi anneliktir. Bu cümleyi duyan bazıları hemen önyargıyla “kadını eve hapsediyorsunuz” diye saldırıyor. Ancak sorun tam da burada başlıyor: Modern çağ kullandığı kavramların anlamını çarpıtarak insanı kendine yabancılaştırıyor. Annelik ; bir “evde kalma zorunluluğu” değil, bir değerin...
1. Ekran Çağında Kopan Bağlar Bir zaman lar evler, sadece barınak değil, insan ruhunun en derin ihtiyaçlarını karşılayan kutsal alanlardı. Kapısı, güvenin sınırı; duvarları, ait olmanın temeli; sofraları ise sevgi nin somutlaşmış hâliydi. Ancak dijital çağın ayak sesleri, bu eski ritmi bozdu. Ev, artık sessiz bir ışık hapsi; bir ekran labirenti hâline geldi. Anne ve baba , yan yana oturuyor ama bakışları farklı pencerelerde geziniyor. Çocuk, ebeveynine dokunmadan büyüyor; birlikte geçirilen zaman , yalnızca mekân paylaşımına indirgeniyor. Sohbetler, mesajlaşma baloncuklarıyla sınırlanıyor; kahkahalar, emojilerle çoğaltılıyor; gözyaşları ise sadece bir tık ötede bir simgeye dönüşüyor. Gerçek duygu, yerini gösteriye bırakmış durumda. Ekran ışığının soluk aydınlığı altında, birlikte yaşayan bireyler ruhen yabancılaşıyor. Sosyal medyanın sonsuz aynası, aileyi sürekli “kendi varlığını onaylamak zorunda olan bireyler” hâline getiriyor. Paylaşımlar, gerçek bağlar...