Ana içeriğe atla

Tilkiliğin Psikolojisi ve Akıl Oyunu

İnsan dediğin varlık, çoğu zaman kendi zekâsına en çok hayran olandır.
Ama ironiktir, en çok kendi zekâsına güvenen, genelde en kolay kandırılır.
Çünkü övgüyle başlar oyun; sonra o övgü, insanın aklının etrafına görünmez bir zincir örer.
Ve o zincir, “ben bilirim” duygusunun içinden geçerek kişiyi teslim alır.
İşte tilkilik burada başlar: zekâyı değil, zekâ vehmini kullanmak.

Zihinsel Yağlama-Övgüyle Uyuşturulan Akıl

İnsan, akılla değil, onayla yaşar çoğu zaman.
Kendini değerli hissetmek için dışsal bir kaynağa ihtiyaç duyar.
Birisi onu över, “senin gibi düşünen az” der, “sen akıllısın” der,
ve o an içsel savunma sistemi devreden çıkar.

Bu an, manipülasyonun altın vaktidir.
Zihin, övgüyle dopamin salgılar; dopamin, akıl yürütmeyi baskılar.
Kişi artık eleştirel değil, duygusal bir dinleyiciye dönüşür.
Tıpkı yavaşça ısıtılan suyun içindeki kurbağa gibi — önce sıcaklığı fark etmez, sonra zaten çıkamaz.

Tilkilik budur, seni öyle bir över ki, o övgüyle birlikte kendi iradeni teslim alır.
Sen “ben özgürüm” sanırsın ama aslında senin adına karar çoktan verilmiştir.
Kendine ait sandığın eylemler, çoktan cilalanmış bir senaryonun sahnesidir.

Övgü, Bir Zehrin Şekeri Gibi Sunulur

Kimseye doğrudan “ben seni kullanacağım” denmez.
Oysa insanı kullanmanın en ustaca yolu, onun egosunu doyurmaktır.
Egonu şişirdikçe seni görünmez bir ipten çekerler.
O ip görünmezdir çünkü sevgiyle, saygıyla, övgüyle kaplanmıştır.

Sana şöyle derler:
“Sen olmasan bu iş yürümez.”
“Senin gibi zeki insanlar az.”
“Senin karakterin bu dönemde çok değerli.”

Ve sen, farkında olmadan, bir görev hissiyle yanmaya başlarsın.
Artık bir “amaç” edinmişsindir ama bu amaç senin değil, onun çıkarınadır.
Tilkilik işte burada devreye girer: seni kendi inancınla, kendi iyiliğinle kandırır.

Sen “vicdanlıyım, faydalı olayım” dersin,
o da senin bu vicdanına oynar.
Bir süre sonra vicdanın, senin değil, onun hizmetine girer.

İşte akıl tutulması böyle gelişir: övgüyle başlayan sarhoşluk, görevle sonuçlanır.
Ve sen sonunda fark edersin — aslında kendi ellerinle kendi zincirini dokumuşsundur.

Psikolojik Kanca-“Sana Güveniyorum” Oyunu

İnsanın en hassas noktası, güvenilme ihtiyacıdır.
Birisi “sana güveniyorum” dediğinde, içsel bir sorumluluk zinciri oluşur.
O anda kişi artık “yanlış yapmamalıyım” düşüncesine saplanır.
Ama çoğu zaman, bu “güven” ifadesi samimi bir bağ değil, ustaca atılmış bir psikolojik kancadır.

Bu kanca, beynin en derin duygusal merkezine yerleşir:
Kişi artık özgür değil, “güveni bozmama” baskısıyla hareket eder.
Tilkilik burada bir sanat hâline gelir — çünkü seni korkuyla değil, saygıyla kontrol eder.

“Sen bilirsin” diyerek seni yönlendirir.
“Senin gibi düşünen az” diyerek seni yalnızlaştırır.
“Sen farklısın” diyerek seni izole eder.
Sonunda sen, kendini özgün sanırsın ama aslında onun planına entegre olmuşsundur.

Ve fark etmezsin bile; çünkü övgüyle örülmüş kafesin içindeyken, kafesi gül bahçesi zannedersin.

Tilkilik-Akılla Değil, Zamanla İşleyen Oyun

Tilkiliğin zekâsı keskin değil, sabırlıdır.
Seni bir anda değil, yavaş yavaş çözerek ele geçirir.
İlk gün seni över, ikinci gün senden küçük bir ricada bulunur.
Üçüncü gün “bunu sadece sen yaparsın” der.
Dördüncü gün sen artık kendiliğinden “ben yapayım” demeye başlarsın.

Ve o an, artık oyun bitmiştir.
Tilkilik kazanmıştır — çünkü senin gönüllü köleliğini sağlamıştır.

Kurnazlık hiçbir zaman hızla ilerlemez.
Zamanla güven kazanır, duygusal yatırım yapar, psikolojik bağ kurar.
Seni hem kahraman yapar hem kurban.
Çünkü bir noktadan sonra sen, kendi zincirini savunmaya başlarsın.
“Ben bunu kendim istedim” dersin.
Hayır — sen sadece iyi oynanmış bir oyunun senaryosuna inandın.

Kitlelerin Övülerek Uyuşturulması

Bu oyun bireyde değil, toplumda da işler.
Toplumlara da “siz büyüksünüz, siz haklısınız, siz seçilmişsiniz” derler.
Ve bu övgü, toplumsal bilinçaltına işler.
Kitleler artık kendi yanlışlarını sorgulamaz; çünkü övülmek sarhoşluk gibidir.
Bir kere alkışlandın mı, bir daha eleştiriye tahammül edemezsin.

İşte tam bu noktada, kitleler en kolay yönlendirilen hale gelir.
Bir lidere, bir slogana, bir ideolojiye sarılırlar.
Çünkü övülmenin verdiği o sıcak duygu, gerçeğin soğuk yüzünden kaçmayı sağlar.

Toplumsal tilkilik, bireysel olandan daha incedir.
Sana değil, senin kimliğine oynar.
“Senin milletin üstün”, “senin inancın en doğru”, “senin davan kutsal” der.
Ve sen, farkında olmadan kendi esaretini alkışlamaya başlarsın.

Kendini “uyanık” sanırken aslında derin bir hipnozun içindesindir.

Zihin Neden Böyle Kolay Aldanır?

İnsanın zihni, tehditten kaçar; ama övgüye sığınır.
Çünkü övgü, benlik değerini besleyen en güçlü dopamin kaynağıdır.
Birisi seni överken beynin, aynı anda “ödül” merkezini aktive eder.
Yani övülmek, biyolojik olarak mutluluk verir.
Bu yüzden zihin, övgüyü sorgulamaz — sadece emer.

Ama işte bu biyolojik zayıflık, psikolojik manipülasyonun kapısını aralar.
Çünkü övgüye alışmış zihin, eleştiriyi düşman sanır.
Ve eleştiriyi reddeden her zihin, kendi kandırılmasına kapı aralamış olur.

Tilkilik bunu çok iyi bilir.
Bu yüzden asla seni doğrudan ikna etmez; seni kendi arzunla teslim alır.
Sana “senin fikrin doğru” der, “ben zaten senin gibiyim” der.
Sonunda sen, kendi kandırılma sürecinin aktif ortağı olursun.

Akılcı Direniş-Kandırılmamanın Sanatı

Peki, bu kadar derin bir oyun karşısında insan ne yapabilir?
Öncelikle şunu kabul etmeli, hiçbirimiz manipülasyona tamamen kapalı değiliz.
Akıl, duygunun izin verdiği ölçüde çalışır.
Bu yüzden en büyük savunma, kendini övmeyene de, övülene de mesafe koymaktır.

Birisi seni övüyorsa, hemen düşün:
Bu övgünün arkasında ne var?
Bir beklenti mi, bir yönlendirme mi, bir manipülasyon mu?

Gerçek dost seni överek değil, seni uyararak büyütür.
Gerçek lider seni parlatmaz, sana düşünmeyi öğretir.
Gerçek zeka, övgüye değil, hakikate yönelir.

Bu çağda “akılcı direniş”, bir tür ruhsal hijyendir.
Kendini sürekli öven, sürekli alkış bekleyen insan;
bir süre sonra kendi algısının rehinesi olur.
Kandırılmamak, şüpheyle değil, farkındalıkla olur.
Çünkü farkında olan kişi, her cilayı parıltı sanmaz.

Tilkilikten Kurtuluş-Duygu Değil, Denge

Her manipülasyon, duygusal bir dengesizlikten beslenir.
Kim duygusal olarak açsa, o kadar kolay kandırılır.
O yüzden kurtuluş, duygusuzlukta değil; duygunun bilincinde olmaktadır.

Birisi seni överse, gülümse ama inanma.
Birisi seni eleştirirse, öfkelenme ama dinle.
Birisi sana “senin gibisi yok” derse, hemen düşün:
Gerçekten mi? Yoksa beni yönlendirmek mi istiyor?

Denge, aklın direğidir.
Tilkilik, dengesiz ruhları avlar;
ama dengede duran insana çarpıp düşer.

Kendi Zekânla Kandırılma

İnsanı en kolay kandıran şey, kendi zekâsına duyduğu hayranlıktır.
Çünkü “ben kandırılmam” diyen kişi, zaten kapıyı aralamıştır.
Gerçek bilgelik, kandırılmayacağını düşünmemekte;
her an kandırılabileceğini bilip farkında olmaktadır.

Dünya, cilalanmış vaatlerle dolu bir sahne.
Kimileri seni över, kimileri seni pohpohlar, kimileri seni kullanır.
Ama unutma: en zeki tilki bile, aynaya bakarken kendini aslan sanır.
Gerçek zeka, o aynayı kırabilen zekadır.

Ve sana bir nasihat:
Hiç kimsenin gazına gelme.
Hiç kimsenin “sen olmasan olmazdı”sına kapılma.
Çünkü kimsenin senin ellerinle keseceği faturayı, senin cebinden tahsil etmesine izin verirsen,
sen sadece bir kez değil, her defasında kandırılırsın.

Erol Kekeç/14.10.2025/Sancaktepe/İST

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamana Karşı Yarış-Kaçınılmaz Tükeniş

Hayat, bir yürüme bandında koşmaya benzer. İlk başta her şey kolaydır, tempo rahattır, nefesiniz düzenlidir, yürüyüşünüz dengelidir. Ancak zaman ilerledikçe, bandın hızı artmaya başlar. Siz farkına bile varmadan, ayaklarınız temposunu kaybetmeye başlar. Önce hızlanmaya çalışırsınız, sonra yetişmeye, en sonunda ise sadece ayakta kalabilmek için çabalarsınız. İşte tam da burada hayatın gerçeği ile yüzleşirsiniz: Zaman hızlanırken siz yavaşlarsınız. Bu ters orantı, insanın doğumundan ölümüne kadar süren kaçınılmaz bir süreçtir. Gençken her şey sınırsız görünür. Zaman bol, fırsatlar sonsuzdur. Hayat sanki hep böyle sürecekmiş gibi gelir. Koşu bandına yeni çıkmış bir insan gibi, adımlarınız güçlüdür, dizleriniz sağlam, nefesiniz derindir. Ancak yıllar geçtikçe fark edilmeden bandın hızı artmaya başlar. Önce küçük değişiklikler olur: Günler daha hızlı geçmeye başlar, sabahlar akşamlara daha çabuk bağlanır, yıllar su gibi akıp gider. Sonra bir gün, durup geriye bakarsınız. Ne kadar yol kat et...

İnsan Olabilmek ve İnsan Kalabilmek- En Zor Sınav

Hayatın acımasız gerçekleriyle yoğrulan bu dünyada, insan olabilmek ve insan kalabilmek, belki de en çetin sınavdır. Çoğu zaman iyilikle kötülüğün, doğrulukla yalanın birbirine karıştığı, erdemlerin zayıflık olarak görüldüğü bir düzende, vicdanı temiz tutarak yaşamak, suyun üzerinde yürümek kadar zor olabilir. Ama yine de bu zorluğu göze almak, insana gerçek değerini kazandıran, ruhunu yücelten ve onu sıradanlıktan çıkaran yegâne yoldur. Cömert Olursun, Aptal Sanırlar Cömertlik, insanın kalbindeki zenginliğin dışa vurumudur. Paylaşmak, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktır. Ancak bu dünyada, cömert insanlar çoğu zaman aptal sanılır. Çünkü toplum, çoğunlukla hesaplılığı, bencilliği ve çıkarcılığı zekâ belirtisi olarak görür. Örneğin, mal varlığını hayır işlerine adayan bir zengin, çoğu kişinin gözünde "malını çarçur eden saf" olarak nitelendirilir. Cömertliğini kötüye kullananlar, onun merhametini zayıflık olarak algılar. Hz. Ali'nin dediği gibi: ...

Hangi Okulu Bitirdiğinin Ne Önemi Var Ki?

  Toplum, bireyleri değerlendirmek için genellikle diploma ve akademik başarıları temel kriter olarak belirler. Bir insanın hangi okulu bitirdiği, ne kadar eğitim aldığı ve hangi akademik unvanlara sahip olduğu, ona biçilen sosyal statü için belirleyici unsurlar olarak kabul edilir. Ancak, insanlık tarihine ve yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda, bu anlayışın gerçek anlamda bir insanın değerini yansıtmadığını görürüz. Eğitim ve Ahlaki Değerler Eğitim, bireye bilgi kazandırır ancak insanlığı, ahlaki değerleri ve vicdani sorumluluğu kazandırmaz. Bir insan Harvard, Oxford veya Boğaziçi gibi prestijli üniversitelerden mezun olabilir ama eğer insanlıktan, adaletten ve merhametten yoksunsa, bu eğitimin bir anlamı var mıdır? Tarih bize göstermiştir ki en üst düzey eğitimi almış, çok sayıda akademik dereceye sahip insanlar bile zalimliğe, adaletsizliğe ve ahlaki yozlaşmaya düşebilmektedir. Nazi Almanya'sında doktoraları olan bilim insanları, gaddar deneylere imza atmış; en iyi okullard...